30 Ekim 2007 Salı

RODRIGO TELLO Röportajı


Cumhuriyet Spor 30.10.2007

HAFTANIN KONUĞU

RODRIGO TELLO

- Beşiktaş taraftarını ve İstanbul'u nasıl buldun?
TELLO: Her açıdan çok mükemmel bir ülkeye ve şehre geldiğimin farkındayım. İstanbul, inanılmaz bir şehir. Taraftara gelince; en son oynadığımız Liverpool maçında tüm dünya ne kadar muhteşem bir taraftara sahip olduğumuzu gördü. Onların desteği ile başarılı olacağız.
- Takımda en iyi kiminle anlaşıyor?
TELLO: Bütün futbolcu arkadaşlarımla çok iyi anlaşıyorum. Siz de kabul edersiniz ki aynı dili konuştuğum için Delgado ve Higuain ile daha yakınız.
- Sporting Lizbon'daki başarılarını Beşiktaş'ta da yaşayacağını düşünüyor musun?
TELLO: Takım arkadaşlarımla birlikte daha fazlasını da yaşayacağımızı düşünüyorum.
- Portekiz'deki yaşamınla Türkiye'deki hayatın arasında nasıl farklar var?
TELLO: Orada çok zorlanmıştım. Çünkü ilk kez ülkemden dışarı çıkmıştım ve adaptasyon sorunu yaşamıştım. Burada ise böyle sorunlarla uğraşmadım. Ailemle birlikte Türkiye'de olmaktan çok mutluyum.
- Daha önce Beşiktaş taraftarı gibi bir taraftar gördü mü?
TELLO: Uzun yıllardır futbol dünyasının içindeyim ama böyle bir taraftar topluluğu görmedim. Futbolun hayatın bir parçası olduğu Güney Amerika'da dahi böyle bir taraftar yok.
- En çok hangi futbolcu ile oynamak istiyorsun?
TELLO: Maradona ile oynamak isterdim.
- Beşiktaş'a gelmendeki en önemli sebep nedir?
TELLO: Beşiktaş'ın ortaya koyduğu hedeflerdi ve hedefleri büyük olan bir takımda oynamak istiyordum.
- Örnek aldığınız futbolcu var mı?
TELLO: Bir çok futbolcuda olduğu gibi benim de idolüm Maradona'ydı.
- Ertuğrul Sağlam nasıl bir teknik direktör?
TELLO: Yaşı genç olmasına rağmen çok iyi bir teknik adam. Oyuncularıyla birlikte çok iyi bir ekip oluşturabiliyor. Çalıştığım en iyi teknik direktör diyebilirim. Bizimle diyalogları çok iyi; kendisi ile birlikte başarılar kazanacağımızı düşünüyorum.

29 Ekim 2007 Pazartesi

Beşiktaş 0 - İstanbul Büyükşehir Belediye 0








Öncelikle bu tarz camiasız ve taraftarsız takımların bir an önce ligden düşmeleri en büyük dileğim.Bu düşeceklerin yerine Antalya,Göztepe,Karşıyaka,Eskişehir,Samsun ve hatta Altay’ın ,Aydın’ın gelmesine çok sevinirim.

Maça gelirsek sanki herkes puan kaybı yaşayacağımızı bilerek tribüne gelmiş gibiydi.Beklenen oldu ve maç berabere bitti.Bence maçın hakkı da berabere bitmesiydi.Abdullah Avcı iyi bir teknik direktöre benziyor,takımını birbirine çok yakın oynatıyor,ayrıca toplu hücuma çıkıp toplu defans yapıyorlar ki bir çok Anadolu takımında böyle bir özellik yok.

Bir sözüm de Federasyon’a Çarşamba kupa maçını 17:00 de almışlar,Fener maçı ise 20:00’de…

Allah bunları bildiği gibi yapsın diyorum,ve Demirören’inde masaya yumruğunu evde yemek masasına vurduğunu düşünmeye başlıyorum

25 Ekim 2007 Perşembe

Beşiktaş 2 - Liverpool 1 Fotolar

maç öncesi
köprü dizisinde oynayan bir aktör arkadaşla bizimkilerden bir ikisinin hatıra resmi

mezun olduğum lisenin semtinin pankartı

İnönü KOP :)

ortadaki bayrağı seviyorum

maçtan ensantane

bayrak açılıyor

Beşiktaş 2 – Liverpool 1

Beşiktaş 2 – Liverpool 1
( Resimler ve videolar eklenecektir)

Dün akşamki maç her açıdan çok güzel geçti. Millet olarak üzüntülü olduğumuz terörle boğuştuğumuz şu günlerde sahada alınan bir galibiyet en azından tüm ülkeye biraz mutluluk verdi.
Liverpool galibiyetinin benim gibi Beşiktaş aşıklarına ise çok daha fazla mutluluk verdiği kesin.

Maçta ilk golü erken bulmamız tribünlere de bir rahatlık getirdi. İlk gol öncesi hazırlık yapıyordum ,atacağımız golde tribün içinden gol sevincini çekecektim.Ama golün gelmesiyle birlikte tribün kendini kaybedince çekim adına hiçbir şey yapamadım,sağa sola sallanmaktan ve ayakta kalmaya çalışmaktan,sevinmekten bu emelime ulaşamadım.

İkinci golde ise tribün içi sevinç görüntülerini çekmek için hiç teşebbüs bile etmedim,bu sefer işin daha zor olacağı kesindi çünkü.Bıraktım kendimi sevgi,çoşku seline.

Televizyonlardan ne kadarı ne şekilde aksetti bilemiyorum ama iddia ederim ki BJK İnönü Stadı’nda son 4-5 yılın et etkileyici tribün performansı sergilenmiştir.Hatta samimi olarak fikrim Beşiktaş tribünleri Dünyadaki en iyi 10 tribün içerisindedir.
Avrupada ki tribünler içerisinde ise başa güreşir.

Özellikle ikinci yarı başladıktan sonra 10-15 dakika boyunca kapalının diğer tüm tribünlerle ortaklaşa gerçekleştirdiği “Dale Cavese” tezahüratı hem görsel olarak hemde tezahürat gücü olarak geceye damga vurdu.TV lerin pek göstermediği bilgisini aldım,ama sesten etkilenip maç içinde beni arayan rakip takım taraftarı arkadaşlara göre durum hakikatten fenaymış.Kapalıda tezahürat sırasında ağzımdan çıkanı duymadığım anlar oldu.

Futbolcularımıza bu galibiyetten dolayı ve umudumuzun devam ediyor olmasını sağladıkları için teşekkür ediyorum. Guruptaki şansımızı an itibariyle 4.lükten 3.lüğe çıkartıyorum.Bence film Liverpool’da kopacak oradan alınacak sonuç son iki maça çok bağlı kalmadan Beşiktaş2ın guruptaki geleceğini belirleyecektir.

Maçta dikkatimi çeken bir özellik ise oyunun çok az durması ve genel olarak topun hep oyunda kalması idi.Bugün istatistiklere bakınca fark ettim toplamda iki takım 11 faul yapmış.

Liverpool seyircisi kendilerine ayrılan tribünün 4/3’ünü doldurmuşlardı.Ayrıca numaralı en alt katta eski açığa yakın yerde emniyet tarafından çember içine alınmış 50 kadar Liverpool taraftarı da gördüm.Ama seslerini maç içinde hiç duymadım,gol de bile.

Maç bittikten sonra Gerrard kapalı tribünün önüne gelip taraftarı alkışladı.Bizde Liverpool taraftarıyla bütün maç dinledikleri Dale Cavese yi yapalım dedik ama ya işi çözemediler ya da böyle bir şey yapmak istemedikleri için sadece alkışla karşılık verdiler.Eh 3 maç 1 puan adamı böyle yapıyor demekki :)

Maçla ilgili fotoları ve videoları akşam eklemeye çalışacağım.Ama maç öncesi alınan alkolden dolayı ve maç stresinden bu sefer başarılı çekimler yapamamış olabilirim.

24 Ekim 2007 Çarşamba

'Penaltılar 15 yılımı perdeledi'

TUĞBA HACIBAYRAMOĞLU
Cumhuriyet Spor 23.10.2007

ARİF ERDEM


'Penaltılar 15 yılımı perdeledi'



Galatasaray'ın efsane kadrosunun en önemli isimlerindendi... Sonradan girdiği pek çok önemli maçta skoru değiştiren etkili oyuncularından biriydi. O da Sarı - Kırmızılı takımdaki pek çok arkadaşı gibi sessiz sedasız futbolu bıraktı.. Bugünlerde takım çalıştırmak adına kolları sıvamış ve İstanbul Büyükşehir Belediyespor'da antrenörlük yapıyor. Arif Erdem' le dün ve bugüne dair keyifli bir futbol sohbeti yaptık...

- Galatasaray ile birlikte Fenerbahçe'de sizi istiyormuş ama Galatasaray'ı tercih ettiniz. Neden?

ARİF ERDEM: 1990-91 senesinde Galatasaray'a geldim... Fenerbahçe'nin eski futbolcusu Ömer Kaner benim Zeytinburnu'nda hocamdı. O benim Fenerbahçe'ye gitmemi çok istiyordu. Ama o zamanki yönetici Yurdeşen Karahasan ve Ökkeş Polat beni Alanya'ya kaçırdı.15-20 gün kaldıktan sonra da G.Saray'a imza attım.

-Eskiden çok olurdu futbolcu kaçırma vakaları sizden sonra bitti galiba... Şimdi neden olmuyor?

A.E.: Sanırım benden sonra bitti. Artık futbolcular parayı en çok vereni tercih ediyor..

-Galatasaray'a gelmeden önce Beşiktaş maçlarına gidermişsiniz...

A.E.: Evet o dönemler arkadaşlarla Beşiktaş maçlarına giderdik. Metin, Ali, Feyyaz 'lı dönemlerdi. Beşiktaş tribünleri çok coşkuluydu.

- Vahap Beyaz 'ı, penaltıları sorsam. Çünkü Arif etiketini üzerinize yapıştı kaldı.

A.E.: O penaltı benim 15 senemi perdeledi. İstanbulspor ile oynuyorduk. Hakem Vahap Beyaz'dı. Son dakikalar 18 içine top aşırtıldı top beni aştı Engin göğsüme doğru tekme savurdu ben sendeledim düştü parmağımda çime takılınca kalkamadım penaltı verdi. Ben şimdi 30 metre geride hakeme gidip penaltı değil diyebilir miyim? Bir baktım hakem penaltı çalmış. O penaltı benim 15 senelik futbol hayatımda ön plana oturdu. Vahap Beyaz için ne diyebilirim. Ama benim 15 senelik futbol hayatımda konuşulması gereken bir çok şey varken hep penaltılar gündeme geldi.

-Ama sadece o maç değil bir çok maç var...

A.E.: Hayır benim hatırladığım sadece bir iki pozisyon var.
-Niye o zaman penaltıcı Arif sıfatını aldınız?

A.E.: İyi ama işte o penaltı çok etkili bir penaltıydı can alıcı. Şampiyonluğumuza vesile oldu.

-Penaltıcı Arif değilsiniz yani?

A.E.: Bana göre değilim. Benden önce Rıdvan Abi, Selçuk Abi, Aykut Kocaman bunların hepsinin seceresini çıkarsınlar bakalım... Ben mi daha iyi düşüyormuşum onlar mı? Bunlar hepsi Türk futbolunda bilinen isimler... Ben topa dokunmuşum adam gelmiş bana dokunmuş ben düşmeyecek miyim yani. Tabii ki düşeceğim. O pozisyonlardan sonra çok darbe yedim ama penaltı vermediler. Hakeme sorduğumda " Arif adın çıkmış" dedi. 18 içinde biraz süratımdan biraz kıvraklığımdan ötürü defans oyuncuları da kendilerini durdurmalı. Adam bana doğru geliyor düşebelirim de düşmeyebilirim de bana kalmış hakem de çalıyor ki haklıyım.
-Futbola erken veda ettiniz

A.E.: Futboldan farklı bir şey beklemek aldatcı olur. Günümüzde futbol kulüplerinde böyle şeyler yaşanmıştır. Futbolcu kendi karakterini sergilerse kazanır. Benim hiçbir beklentim yok. Sonuçta ben Galatasaray'a 15 yıl hizmet etmişim. Galatasaraylı Arif olmuşum. Ben kendimi, vücudumu ruhumu herşeyimi vermişim Galatasaray'dan da maddi manevi çok şey kazanmışım. 50 yaşına kadar futbol oyanayacak değilim. Fazla bir bektim yoktu.

- Futbolculuktan sonra antrenörlüğü tercih ettiniz. Ancak Türkiye'de antrenör sayısı ne kadar çok ise takım sayısı o kadar az.. İşiniz zor olmayacak mı?

A.E.: Türkiye'de Türk hocalara değer verilmiyor ama Türk insanı da buna layık mı? Yıllardır antrenörlük konusunda aynı isimler dolaşıyor. Artık yeni nesil yeni jenerasyon ortaya çıkmalı. Eğer bu değişim sağlanırsa yeni isimlere kapı açılırsa o zaman Türk futbolu kazanır.

KİMSEYE KIRGIN DEĞİLİM

-Jübileniz yapılmadı kırgınlığınız var mı?

A.E.: Hayır yok kimseye yok.

-Başka yerde oynayamaz mıydınız?

A.E.: Oynardım ama Galatasaray'dan sonra başka bir yerde oynamayı uygun görmedim. Sonuçta 2 sene daha oynadım. O iki sene için 15 seneyi heba etmek istemedim.

- Hakan Şükür hala oynamaya devam ediyor....

A.E.: Ama özelliklerimiz farklı benim pozisyonumda daha çok koşmak gerekiyor. Hakan Şükür biraz daha durarak da oynayabilir. Netice Hakan Şükür tarzı santrafor Türkiye'de hala aranıyor. Öyle biri hala yok. Hakan Şükür kendisi de iyi profesyonel.

-Siz de Feldkamp ile çalıştınız. Pek çok önemli oyuncuyu gönderdi. Hakan Şükür ve Lincoln gibi oyuncuları kadro dışı bırakabiliyor...

A.E.: Feldkamp çok disiplinli bir hocadır. Agresiftir. Dünyanın en büyük futbolcusu olursa olsun eğer onun dediklerini yapmıyorsa onun için sıfırdır. Şu anda Galatasaray'da oynayan futbolcuların hepsi onun dediklerini harfi harfine yapmak zorundadır. Onun dediğin bir harfıni değiştirdiğiniz anında siler giderdi. Feldkamp çok hızlı ve azimli bir teknik direktör. Şu anki görüntülere baktığınızda Türkiye'de en olumlu sinyali veren Galatasaray. Şu anki görüntü devam ederse Galatasaray uzak ara şampiyonluğu götürür.


EMRE YANLIŞ YAPTI

-Türk futbolunda gerilim bitmiyor. Siz gerilimi çok yüksek mücadelelere çıktınız...

A.E.: Biz bu işin spor olduğunu hala öğrenemedik. Biz de çok yaşadık gerilimli günler. Leedsliler'in acısını düşünün biz oraya gittiğimizde tepkilerini gösterdiler bağırdılar, çağırdılar ama bir tanesi sahaya girmedi. Burada olsa 50 kişi sahaya girerdi. Biz oraya çıktığımızda o uğultuyu hiçbir zaman unutamam. Bizi tükürüğe boğarlar dedik. Bizim de takımımız çok kaliteydi pat pat golleri bulduk. Biz o an hepimiz tribünden aşağıya inerdik. Şu duyguları aşamadık futbolda hırsın agresifiliğin sertliğin yeri var ama hepsi saha içinde. Ne olursa olsun bu bir spor. Pasta çok büyüdü herkes pay almak istiyor. Tepkiler, kavgalar büyüyor, bunların önü kesilmezse yarın öbür gün daha büyük şeyler yaşabiliriz. İsviçre maçında saha dışında koştuğumuz kadar saha için de koşsaydık kazanırdık.

- Emre 'nin Macaristan maçında yapmış olduğu hareket için ne diyorsunuz? Sonuçta sizin yakın arkadaşınız...

A.E.: Emre çok hırslı bir çocuk. Emre'nin hareketini tasvip etmiyorum ki Emre benim elimde büyümüş bir çocuk. Çok dolduruşa gelen hırslı agresif kaybetmeye tahammül edemiyor. Ama futbolcuları o kadar gerdiler ki vatan haini gibi gösterdiler. Futbolda her şey olabilir. Saha içinde futbolcu gününde değildir, formsuzdur kötü oynamış olabilir ama biz ne yaptık; vatan haini ilan ettik. Bir Malta'yı yenemedik diye. Topa hayatı boyunca 2 kere vurmayan adam spor yazarlığı spor yorumculuğu yapıyor.

21 Ekim 2007 Pazar

Trabzon MHK Spor 2 - Beşiktaş 3

Maçın sahtekarı , kaleci Rüştü'nün ceza sahası dışında bariz bir şekilde topu göğsüyle uzaklaştırdığını gördüğü halde eliyle müdahale etmiş gibi ortalığı birbirine katan Trabzonlu Umut'tur.Benzer bir pozisyon kendi başına gelsin de akıllansın diyorum

Maçın dengesizi ise yan hakem olduğunu zanneden miyop,hipermetrop,astigmat karışımı gözleriyle Baki Tuncay Akın adlı kişidir.Orta hakem Bülent Yıldırım kişisi daha ilginç kalede Bobo var,Trabzon şut çekdi top üst direğe çarptı ve auta çıktı,Hatta top direğe çarptıktan sonra Bobo daha yeni ellerini havaya kaldırıyordu,buna rağmen korner verdi beyefendi.

Türk hakemleri bu kafayla daha çok uluslararası arenada Andora,Lüksemburg maçı yönetir.

Bu sene Kasımpaşaspor,Ankaraspor,Galatasaray son olarak da Trabzon maçında katlediliyoruz,bazen hakemleride sokuyoruz üç direğin arasına ama bazen de olmuyor.Yeter artık...

19 Ekim 2007 Cuma

İslam Ülkelerinin First Layd'leri...



Sol Baştan; Ürdün Kraliçesi Reina , Azerbaycan Mehriban Aliyev , Suriye Esma Esad , Mısır Suzan Mübarek , Türkiye Arap Cumhuriyeti Sn.Hayrünnisa Gül

17 Ekim 2007 Çarşamba

RENGİ SARI- LACİVERT , AMBLEMİ KARTAL - GALATASARAY

Cumhuriyet Spor 16.10.2007
Tuğrul YENİDOĞAN


RENGİ SARI- LACİVERT , AMBLEMİ KARTAL
GALATASARAY

Galatasaray'ın sarı-kırmızı renkleri kabulünden önce sarı-lacivert formalarla maçlara çıktığını, 1906 İstanbul Ligi'nde sarı-lacivert renklerle mücadele ettiğini ve ilk logosunun 'kartal' olduğunu bilir misiniz? Ben, birçok Galatasaraylı'nın bilmediğine inanıyorum. Neden mi? Kartal logosu farklı anlamlar biçilerek anlatılıyor olsa da, bir şekilde Galatasaray tarihçelerinde yer alıyor. Ancak sarı lacivert renklerin varlığının nedense üzeri örtülüvermiş. Bir şekilde evrime uğratılarak zaman içinde sarı-siyah renklere dönüştürülüvermiş.

Şimdi, bu evrimin nasıl gerçekleştiğine bakalım. Galatasaray Kulübü'nün bir numaralı kurucusu Ali Sami (Yen) Bey 1929 yılında yayımladığı anılarında, kurdukları takım için kırmızı-beyaz renkleri seçtiklerini, ancak Türk olduklarının anlaşılmasından çekinerek bu renklerden vazgeçtiklerini ve maçlara sarı-lacivert formalarla çıktıklarını anlatır. Ali Sami Bey'in bu anılarını Galatasaray'ın ilk kulüp tarihçesi olarak da kabul edebiliriz: "Galatasaray ismi kendimize mal etmekten çok ürktük. Çünkü içinde 'saray' gibi dikenli bir kelime vardı. Fakat ne yaparsak yapalım, gerçek ismimiz benliğimize yapışıp kaldı. Bu isimden tek çekinen biz değildik. İngilizce olarak yayınlanan ve futbol maçlarının sonuçlarını tek yazan gazete olan Levant Herald'da da Galatasaray adı geçeceği zaman "another team" (diğer takım) yazıyordu.

Benzer bir sorun da renklerimizde yaşandı. Takım için seçtiğimiz renkler, bayrağımızın renkleri olan kırmızı ve beyazdı. Bu ilk formaları Asım Tevfik'in annesiyle kardeşim dikmişlerdi. Ancak, kırmızı-beyaz gömlekleri giydikten sonra milliyetimizi apaçık ilan etmesinden korktuk. Kuşdili'nin meşhur al fesli, palabıyık, tıknaz hafiyesi etrafımızda çizdiği çarkları daraltmaya ve fena gözle bakmaya başlamıştı.

Çok genç olmamızı, bu hareketlerimizin anlayışla karşılanması için kalkan olarak kullanmakla beraber, amacımıza ulaşma yolunda, istemeye istemeye kırmızı-beyazı terk ettik.'' Hikâyenin devamında, Ali Sami (Yen) Bey ve arkadaşlarının İngiliz kökenli Economic kooperatifinin mağazasına gitmeleri, burada çalışan Rum futbol idarecilerinden Yanni Vassiliadis 'den yardım istedikleri, Birmingham ''William Schillcokc'' mağazasının katalogundan, sarı-lacivert renkli parçalı formaların beğenilip ısmarlandığı anlatılır. ''Another Team'' 1906 İstanbul Ligi'nde (Football Constantinople League) sarı-lacivert formalarla top koşturacaktır. 1914 yılında gazeteci Suat Hayri Bey bir Türk tarafından kaleme alınmış ilk futbol tarihçesini yayımlar. Başlığı ''Futbolun Şehrimizde İnkişafı ve Tarihçesi'' olan bu yazıda, bakın Galatasaray'ın 1906 ligine kabul edilmesi nasıl anlatılıyor: "Bu (1906-1907) de Türkler içün şâyân-ı kayd [kayda değer] bir vak'a hâdis olmuşdur.

Birkaç seneden beri mekteblerinde ve haricde yukarıda bir nebze bahs eylediğim gülünc ve korkunc mevani'e [engellere] rağmen bu oyuna mahsus idmanlar ile meşgul olan ve (Galatasaray) tesmiye edilen [isimlendirilen] Mekteb-i Sultanî takımının ilk Türk kulübü olarak (Lig)e dahil olması ve parlak bir suretde saha-i cidâle [mücadele alanına] atılmasıdır. Parlak diyorum, çünki ilk müsabakada zamanın serafrâzanından olan (Imogen) Kulübüyle bire karşı bir gol ile berabere kaldı.'' Sarı lacivert renklerin evrimi duayen gazeteci Ruşen Eşref Ünaydın 'la başlar. Kuruluş döneminin canlı tanığı Ruşen Eşref Ünaydın, ilk kez 1952 yılında yayımlanan ''Galatasaray ve Futbol - Hatıralar'' adlı kitabında, 1906 yılında kullanılan forma renklerinin sarı ile siyaha kaçan koyulukta bir lacivert olduğunu yazar.

Gerek Ali Sami Yen'in, gerek Ruşen Eşref'in anılarından, sarı-lacivert renkli formaların 1906 yılı içinde, yani Fenerbahçe kurulmadan önce kullanıldığı net olarak anlaşılmaktadır. 26 Aralık 1906 tarihinde oynanan ve Galatasaray'ın 5-0 mağlup olduğu Baltalimanı maçının ardından, uğur getirmediğine inanılarak bu formalar değiştirilir. Galatasaraylı futbolcular vişneye çalan, koyuca, tatlı bir kırmızı ve içinde turuncudan iz taşıyan tok bir sarıdan oluşan maç gömleklerini ilk kez 1907 yılı içerisinde kullanmaya başlar. Ruşen Eşref anılarında forma rengini " sarı ile siyaha kaçan koyulukta bir lacivert" olarak tanımladı, günümüz tarihçileri için aranan evrim yolu açılıvermiştir. Siyaha kaçan koyuluktaki lacivert, görülen lüzum üzerine siyaha dönüşüvermiştir.

Galatasaray Kulübü resmi internet sitesinde yer alan tarihçede son durum şöyledir: "Galatasaray Spor Kulübü'nün ilk renkleri kırmızı-beyaz'dır. Bayrağımızın renklerinden esinlenerek seçilen bu renkler, dönemin baskıcı ve paranoyak yönetimi tarafından kuşkuyla karşılanmış ve futbolcular sıkı bir takibe alınmışlardır. Bu nedenle, sarı-siyah renkler gündeme gelmiş ama bunlar da kalıcı olmamış ve Galatasaray bugünkü renklerine kavuşmuştur.'' Üç büyüklerin tarihçeleri incelendiğinde, en az tahrif edilen, uydurma efsanelerin en az kullanıldığı; bir başka anlatımla en iyi korunmuş tarihçe olan Galatasaray tarihçesinde, sarı ve siyaha kaçan koyu lacivert renklerin, sarı-siyah olarak aktarılmış olduğunu görmek üzücü.

Bir eğitim kurumundan doğmuş olmanın avantajı ve ciddiyetiyle, başka kulüplerde olduğu gibi ''tarih yücelticisi'' yazarlara prim vermediklerini düşündüğüm Galatasaraylı'ların, bu konuda var olan kaynakları yok saymayarak, ilk kez katıldıkları 1906 İstanbul Ligi'nde sarı lacivert renklerle mücadele ettiklerini, hem de altını kalın çizgilerle çizerek not düşmelerini beklerdim.

Görülen o ki, Ali Sami Yen'in anılarında, Fenerbahçe'nin kurulduğu günler anlatılan bölümde ortaya çıkan rekabet anlayışıyla, günümüzün rekabet anlayışı arasında oldukça değişim yaşanmış: "En eski spor arkadaşımız olan Fenerbahçe Kulübü'nün ilk adımlarında da takımımızda çalışmış olan Galatasaraylılar emek vermiştir. Bizden sonra teşekkül eden bu ilk kulüpte de kendimizin bir katkısını görmek ve ondan bir şeref hissesi almaktan zevk duymaktayız. Fenerbahçe ilk kurulduğunda bizim için yabancı memlekette rastlanılmış bir vatandaş gibiydi. Ona manen ve maddeten ihtiyacımız vardı. Ondan dolayıdır ki Fenerbahçe'yi takviye etmek ve bir rakip yaratmak için bizden ayrılan Hasan Fuat, Hamit Hüsnü, Hasan Kamil, Galip, İsmet, Hikmet gibi arkadaşlarımıza gücenmedik ve onları sevmeye devam ettik. Hâlbuki ondan sonraki bölünmeler ve ayrılmalar aynı tesiri bırakmadı"

ALİ SAMİ YEN, KIZKARDEŞİ SADIYE HANIM'LA





TİRAN KARTAL'I

Ö nce bilinen hikâyeyi hatırlayalım. "Galatasaray'ın ilk amblemi, ağzında futbol topu olan kanatları gerili bir kartal motifidir. Galatasaray Mekteb-i Sultanisi'nin 333 numaralı talebesi Şevki (Ege) tarafından çizilmiştir. Ali Sami (Yen) Bey anılarında, kartal amblemin ünlü İsviçre çikolatası Tobler'in paketinde görülüp beğenildiğini anlatır. Galatasaray'ın harf devriminden önce "Gayin ve Sin", harf devriminden sonra ''G ve S'' harflerinden oluşan bildik amblemi 1923 yılında kabul edilir. Kullanılmaya ise 1925 yılında başlanır.''

Peki, Galatasaray'ın amblem olarak kartal motifini seçmesi gerçekten bir rastlantı mıdır? Neden aslan, panter veya bir başka şey değil de kartal seçilmiştir? Olay, bir çikolata markasının logosunun görülüp beğenilmesi şeklinde açıklanacak kadar basit midir gerçekten? Belki de cevabını aradığımız tüm soruların yanıtı Ali Sami Yen'in kimliğinde gizlidir.

Ali Sami (Yen) Bey kimin oğludur? Arnavut milliyetçiliğinin en önemli idollerinden biri olan Şemsettin Sami 'nin (veya Arnavutluk milli tarihindeki adıyla Sami Frashëri'nin) oğludur. Şemsettin Sami,1850'de Güney Arnavutluk'ta Yanya'ya bağlı Fraşer kasabasında doğmuştur. İstanbul'a gelişi ve Matbuat Kalemi'nde görev alışı 1871 yılındadır. 4 Mayıs 1884 tarihinde Kazasker Sadettin Efendi'nin kızı Emine Veliye Hanım'la evlenen Sami, kayınpederinin Kandilli'deki yalısına yerleşir. Bu evlilikten Samiye, Ali Sami (Galatasaray'ın kurucusu), Sadiye ve Sadi adlı 4 çocuğu dünyaya gelir. Ali Sami (Yen) 1886'da Kandilli'de dedesine ait bu yalıda doğar.

Ali Sami Bey'in sadece babası Şemsettin Sami değil, amcaları Naim ve Abdül de Arnavutluk tarihinde önemli roller oynamışlardır. Sami ve Abdül Fraşeri kardeşler Latin ve Yunan harflerini kullanan ilk Arnavut alfabesini ve ilk Arnavutça dilbilgisi kitabı yazmışlardır. Diğer amca Naim Fraşeri , Arnavut milli şiirinin kurucusu olarak kabul edilir. Ali Sami Bey'in amcası Abdül Bey 1892'de, annesi Emine Veliye hanım 1893'te vefat eder. Baba Şemsettin Sami alışılmadık bir karar vererek, ölen kardeşi Abdül Bey'in eşi Belkıs Hanım'la evlenir. Eski kayınpederinin Kandilli'deki yalısından taşınarak, Erenköy Galip Paşa Camii yanındaki sokakta inşa ettirdiği köşke taşınır. Belkıs Hanım'dan İskender adı verdiği bir çocuğu daha olur. 1899 yılında Bükreş'te Arnavut milliyetçiliğinin manifestosu kabul edilen ''Arnavutluk Neydi, Nedir ve Ne Olacak? Anavatanın Onu Kuşatan Tehlikelerden Kurtuluşu Üzerine Düşünceler'' adlı imzasız eser yayımlanır.

Günümüzde bile bu eserin kime ait olduğu tartışılmalıysa da, Türkiye dışında genel kabul Şemsettin Sami'ye ait olduğu yönündedir. Bu eserin yayımlandığı 1899 tarihinden itibaren Şemsettin Sami, Erenköy'deki köşkünde saray tarafından adeta göz hapsine alınır. Vefat ettiği 1904 tarihine kadar 5 yıllık ev hapsi yaşayacaktır. Oğul Ali Sami ise, kulüp kurma girişimini ancak babasının ölümünden 1 yıl sonra gerçekleştirebilecektir. Şemsettin Sami'nin bu gün Arnavutluk'un başkenti Tiran şehir merkezinde, bir milli kahraman olarak büstü sergilenmekte, Arnavut okullarında, Arnavut milliyetçiliğinin en önemli kuramcılarından biri olarak öğretilmektedir.
Şemsettin Sami

Arnavutluk devleti, Erenköy'deki aile mezarlığında bulunan Şemsettin Sami Bey'in naaşını, Arnavutluk'ta yaptırılacak bir anıt mezara nakletmek üzere Türkiye Cumhuriyet'inden defalarca talep etmiştir. Bu talep T.C. yetkilileri tarafından her seferinde reddedilmiştir. Kartal, Arnavut kültürünün simgesidir. Arnavutluk isminin Arnavutçadaki karşılığı "Shqipëria'' (Şikiperya)'dır. Shqipëria'nın Türkçe karşılığı "Kartal Ülkesi'' dir. Arnavutluk'un milli sembolü çift başlı kartaldır. Ne ilginçtir ki, Arnavutluk'un milli kahramanı Sami Frashëri'nin oğlu Ali Sami Bey tarafından kurulan Galatasaray Kulübü'nün amblemi de kartaldır.

Ve bu amblem Ali Sami Bey'in Türk futbolunu yönetmeye soyunduğu ve Galatasaray Kulübü üzerinde etkisinin azaldığı 1920'li yılların ortalarına kadar değiştirilmemiştir. Meraklısına bir not daha ekleyeyim. Kurulan Arnavutluk devletinin ilk kralı Ahmed Zogolli (Ahmed Zogu) Galatasaray Mekteb-i Sultanisi mezunudur. Tobler çikolatası mı? Ne diyeyim, tadından yenmez...


Şemsettin Sami'nin Tiran şehir merkezindeki büstü .

16 Ekim 2007 Salı

Basketbol Kombineleri

Basketbol takımımız için bu sene, her senenin aksine basketbolu iyi bilen taraftarlarımız tarafından çok olumlu yorumlarda bulunuyorlar.
Bu sene çok iyi bir takım oluşturulmuş, keza bu iyi oyuncuların başına da Ergin Ataman gibi çok yetenekli bir hoca var.
17.Kasım.2007 tarihinde de Beşiktaş Akatlar Spor Salonu'nda saat 18.00'de Karşıyaka ile karşılaşıyoruz.
Bugün basketbol kombine kartlarımızı teslim aldık.Yarın da bir aksilik çıkmaz ise salondayız.

15 Ekim 2007 Pazartesi

100.Yıl Etkinliği

(büyük hali için resme tıklayınız)

100.yıldaki rekor 2 km'lik bayrak yürüyüşü.

Balmumcu'dan BJK İnönü Stadı'na kadar...

Bayrak ilk açıldığında oradaydık,ama bayrağın sonunda kimse kalmazsa diye bekledik,sonunda bayrağın son yüz metresini 2.000 kişi beraber taşıdık.

9 Ekim 2007 Salı

İbrahim Kaş Röportajı


İbrahim Kaş Röportajı


Cumhuriyet Spor Dergi 09.Ekim.2007

- İlk defa Sheriff maçında oynadın. Kendini onbirde görünce neler hissettin?
Yapabilecek miyim diye bir tereddüt yaşamıştım. Hazırlık kampında yaptığımız maçlarda çok iyi oynuyordum; acaba kamptaki gibi devam eder miyim diye düşünüyordum. Hafif bir takımla oynadık ama riskli bir maçtı sonuçta. Ne olursa olsun bir eleme maçıydı. Hata yapmak gibi bir şansın yok. Bir hata yapsam herkes suçlayan gözlerle bana bakacak diye düşünüyordum. Zaten o maçlarda oynadın oynadın, yoksa bir daha hayatta olmaz. Fakat ben o gün iyi oynadığımı düşünüyorum. İlk defa 11'de oynamama rağmen sırıtmadım bence.


- Sonra Fenerbahçe maçı vardı. Maça çıkmadan önce nasıldın?
Gayet sakindim ama tam maça çıkarken beni de derbi heyecanı sardı. Maça da iyi başladım zaten; biraz süre geçince heyecan da kalmıyor, tamamen maçı kazanmaya konsantre oluyorsunuz o maçlarda.

- Şampiyonlar Ligi'nde grubu nasıl değerlendiriyorsun?
Biz çok güçlü bir takımız. Marsilya maçında rakibin bize gol atmak gibi bir niyeti yoktu. Topu alıyoruz tekrar rakibe veriyoruz, çok top kaybettik. Bizden daha iyi olsalar gam yemeyeceğim. Şans meselesi bu iş; aynı korneri biz kullansak, top yine direkten dönse orada bizden birinin önüne düşmezdi. Açıkçası gücümüzü ortaya koyarsak ben bizi grupta yenebilecek takım olduğunu düşünmüyorum. Biz yeter ki gücümüzün gereklerini yerine getirelim, kendine güvenen bir takım olarak oynayalım bu gruptan çıkarız.

- Şampiyonlar Ligi'yle birlikte Gerard, Carragher, Cisse gibi futbolcularla mücadele etme şansın var. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsun?
Değişik bir duygu tabii. Sonuçta hepimiz dünyanın ayrı bir yerinden kalkıp gelmişiz. Karabük'ten geliyorsun ve dünya yıldızlarıyla mücadele ediyorsun. Gerard'a karşı mücadele etmek beni heyecanlandırıyor. Ama bu maç anında, maçtan sonra bitiyor bütün bunlar.

- İlgi odağı olmak rahatsız ediyor mu seni?
Şöhret aslında insanı yok edebilir; bunun farkındayım ama şimdilik güzel geliyor. Geçen sene "Ne iş yapıyorsun?" diye sorduklarında "Futbolcuyum" diyordum. "Hangi takımda oynuyorsun?" diye soruyorlardı. "Beşiktaş'ta oynuyorum" deyince "Altyapı da mı oynuyorsun?" dedikleri zaman kötü oluyordum. Çünkü ben burada deli gibi idman yapıyorum, antrenmanlarda çimi yiyorum; "Altyapı mı?" diye sorduklarında kötü oluyordu.

- Ertuğrul Sağlam nasıl bir teknik adam?
Ertuğrul hoca bizim için bir avantaj. Sheriff maçında Serdar ve beni oynatmıştı. Bu her teknik adamın cesaret edemeyeceği bir karar. Hocamızın bizim için çok büyük bir şans olduğunu düşünüyorum. İyi oynadığın zaman arkasının geleceğini biliyorsun. "İdmanda oynadığını oyna, ben senden ekstra birşey istemiyorum" diyerek güven veriyor. Genç bir oyuncunun yanına hocasının gelip başını okşaması inanılmaz birşey; dünyayı versen o kadar sevindiremezsin.

Mahalle Takımlığından Asırlık Çınarlığa ( 2)

FETGERİ KARDEŞLER VE 'O MEKTUP' (Cumhuriyet/T.YENIDOGAN)



Geçen haftaki yazımda Beşiktaş Kulübü kurucularını bir araya getiren ana etkenin her birinin Çerkez asıllı olmaları ve Beşiktaş'ın bir Çerkez kulübü olarak "Bereketiko Jimnastik Kulübü" ismiyle kurulmuş olduğunu anlatmıştım. Yine Beşiktaş'ın kurucularından Mehmet Şamil ve Hüseyin Bereket beylerin Şeyh Şamil'e dayanan soyağaçlarını geçen hafta yayımlamıştım. Beşiktaş'ın diğer iki kurucusu Ahmet Fetgeri ve Mehmet Fetgeri kardeşlerin soyağaçları hakkında bilgiyi, Ahmet Fetgeri Bey'in 1947'de kaleme aldığı bir mektuptan alıntı yaparak vermek istiyorum.
Ahmet Fetgeri Aşeni
ADLARIN FARKLILIĞI

Ahmet Fetgeri Bey, ailesiyle birlikte Kafkasya'dan Sapanca'ya göç ederken izini kaybettiği bazı akrabalarını arayışı sırasında bu mektubu yazmış. Ailenin Türkiye'ye hicret etmeden önce kullandığı isimlerle Türkiye'ye göçleri sonrası kullandıkları adların farklılığına dikkatinizi çekmek isterim. Büyük - küçük harfler ve noktalama işaretleri, mektubun orijinalinde olduğu gibi kullanılmıştır: "Soyumuzun adı (AŞENİ) dir. Buradaki (A) dan sonra gelen (Ş) harfinin aslı (Ş) ile (F) arasında bir sedadır.

Arap ve Latin harflerinde bu sedayı verecek bir harf olmadığından (Ş) yazılmaktadır. Dedelerimizin Kafkasya'daki yerleri GDOWTA kazasının VENDRIPŞ köyüdür. Babam ve Annem buradan Türkiye'ye hicret etmişlerdir. 1921 senesinde İstanbul'da görüştüğüm Gürcü Prenslerinden olduğu sanılan (Şirvalşitz) adında bir zat soyumuzu öğrenince bana fevkalade hürmet ve riayet göstermiş ve Soyumuzun Gürcistan'da, bilhassa Batum civarında çok kalabalık ve çok kuvvetli olduğunu ve eski bir mazide Gürcistan tahtına kadar yükselmiş bir soy olduğunu söylemişti.
Tanıyabildiğimiz en büyük dedemizin adı (MAC) dır. (MAC) in bir oğlunu tanıyoruz. Adı (BIT) dır. (BIT) in 3 oğlundan ikisinin adlarını biliyoruz. Bunlardan birinin adı (FETGERİ) ve ötekinin de (SAKUT) dur. (SAKUT) un 4 çocuğundan üçü Türkiye'ye gelmiştir. Biri erkek, ikisi kız olan bunların adları: MUSA, ŞEMSİYE ve ZELİHADIR. (BIT) in diğer oğlu (FETGERİ) benim dedemdir. (FETGERİ) nin HABRAA yahut buradaki adıyla (İBRAHİM) , (ATKUG) yahut buradaki adı ile MUSA ve (MAÇAGUA) adlarındaki üç oğlunun adlarını biliyoruz. Bunlardan en küçüğü olan (MAÇAGUA) Kafkasya'da kalmış ve üç çocuğu olduğunu da sonradan öğrendim. HABRAA yahut burada takma ismi ile (İBRAHİM) ise Türkiye'ye geldikten sonra kaybolmuş. Askerde öldüğünü söylediler, fakat hakikati bilmiyoruz.
Ben çok küçükken bu amcamın bir müddet Babamın yanında, Yanık'ta bulunmuş olduğunu merhum Teyzemden işitmiştim, Babam öldükten sonra İstanbul'a geldik ve kaldık. Annem de öldükten sonra büsbütün karanlık ve meçhulât (bilinmezlikler) içinde kaldık. Her şeyi unuttuk. (FETGERİ) nin diğer oğlu (ATKUG) yahut (MUSA) yani (HABRAA) yahut buradaki adile (İBRAHİM) in kardeşi, benim Babamdır. Sapanca'nın Yanık köyünde yerleşmişti. 4 kardeş idik, üçü öldü, ben kaldım. Benim de şimdi bir oğlum ve iki kızım vardır. Ben bugün 59 yaşındayım. (A.F.Aşeni / Deniz İkmal Merkezi Komutanlığı Gölcük - İzmit 1947 " Ahmet Fetgeri Bey kaleme aldığı soyağacında aile soy isimlerini Latin harfleriyle "Aşeni" olarak yazmış.

Çerkez kaynaklarında bu soy ismi "Şhaenu" şeklinde geçiyor. Ahmet Fetgeri Bey'in 1934'de yürürlüğe giren soyadı kanunundan 3 yıl önce vefat eden kardeşi Mehmet Fetgeri Bey'in ismi tüm Çerkez kaynaklarında "Mehmet Fetgerey" olarak kullanılmış. Kafkas göçleri deyince akla gelen etnik yapının adı Çerkezlerdir. Çerkez adı aslında Kuzey Kafkasya halkları için dışarıdan yapılan bir tanımlamadır. Bugün Çerkez diye adlandırdığımız insanlar temelde Adıge - Abhaz ile Çeçen ve Dağıstan kollarına ayrılıyor.
Dağıstan kolunun da Avar, Lezgi, Lak ve Gazi Kumuk gibi alt kolları var. Bugün Türkiye'de yaşayan Çerkezlerin büyük çoğunluğu Adıge ve Abhaz kökenlidir. Bir yanlış anlaşılmaya yer vermemek için bu yazıda Osmanlı İmparatorluğu'na göç edip yerleşen tüm Kafkas kökenliler için Çerkez tanımlamasını kullandığımı belirtmeliyim. Osmanlı Devleti'nin Çerkezleri kendi ülkesine yerleştirmeyi kabul etmiş olmasının temel nedeni onların da Müslüman olmalarıdır. Ancak Çerkezleri en iyi şekilde kullanmanın hesaplarının da yapılmış olduğu açıktır. Ruslarla yapılan uzun savaşlar nedeniyle savaş Çerkezler için artık bir yaşam tarzı olmuştur. Erkekler hep silahlıdır, onların bu savaş deneyimlerinden yararlanmanın mümkün olduğu düşünülmüştür. (Yaşar Bağ "Çerkezlerin Dünü Bugünü", 2001, Ankara, sf.53)

Teşkilat-ı Mahsusa buluşturdu (Cumhuriyet/T.YENIDOGAN)

Çerkez göçmenlerin seçkin boylarından olanlar Osmanlı politikası gereği İstanbul ve İstanbul'un yakın çevresine yerleştirilirler. Osmanlı ordusuna ve bürokrasisine entegre edilirler. İçlerinden birçok paşa, bürokrat ve saray görevlisi memur yetişir. İşte Beşiktaş Kulübü'nün nüvesini oluşturan Bereketiko Jimnastik Kulübü'nü kuran gençlerin aileleri, Çerkezlerin seçkin boylarına mensup bulunmaları nedeniyle Osmanlı'nın devlet kademelerinde yararlanmak üzere İstanbul ve yakın çevresine yerleştirdiği bu ailelerindendir.

Serecenbey'deki konağın bahçesinde bir kulüp oluşturma, birlikte spor yapma düşüncesi etrafında toplanan gençlerin tümünün Çerkez kökenli olduğunu belirtmiştik. Ne ilginçtir ki Meşrutiyet'in ilanından sonra bu oluşuma katılıp liderliğini üstlenecek kişi de bir Çerkez olacaktır. Fuat (Balkan) Bey, soyadı kanununun ardından aldığı " Balkan " soyadı nedeniyle çoğu kişi tarafından bir Rumeli göçmeni sanılmaktadır. Ancak onun da ailesi 18. asrın ikinci yarısında Kafkaslardan göç etmiş, İstanbul'da Beşiktaş Ihlamur'a yerleşmiş bir Çerkez ailesidir. Balkan soyadı ise Balkanlar'da ve özellikle Batı Trakya'da bir Teşkilat-ı Mahsusa mensubu olarak gerçekleştirdiği kahramanlıkların ve üstün hizmetlerin anısına kendisine verilmiştir.

Fuat Balkan
Beşiktaş Kulübü'nde tarihi boyunca Çerkez kökenlilerin gücü ve etkinliği hep olmuştur. Meşrutiyet ilanından sonra cemiyet kurma serbestîsi tanınınca Serencebey'deki konakta yaşayanların birinci önceliği Beşiktaş Kulübü yerine bir başka oluşuma resmiyet kazandırmak olmuştur. Meşrutiyet ilanından sadece birkaç ay sonra 4 Teşrin-i Sani 1324 (17 Kasım 1908) tarihinde Beşiktaş'ta faaliyete geçirilen cemiyetin ismi " Çerkez İttihat ve Teavün Cemiyeti "dir (Çerkez Birlik ve Yardımlaşma Cemiyeti).

Bu cemiyetin kuruluşunda Osman Ferit Paşa başı çekenlerdendir. Beşiktaş Kulübü'nün resmi kuruluşu ise bir yılı aşkın bir süre sonra gerçekleştirilecektir. Cemiyetin kuruluş amaçları, anayasa, danışma usulü ve meşrutiyetin yürürlülüğünün devamı; Çerkezlerin eğitim, ticaret ve tarım alanlarında gelişmelerinin sağlanması, Çerkez geleneklerinin korunması ve anayurt Kafkasya'nın bağımsızlığı için uğraş verilmesidir. Osman Ferit Paşa'nın Beşiktaş Kulübü'nün kurucuları olan oğulları Mehmet Şamil ve Hüseyin Bereket de Çerkez İttihat ve Teavün Cemiyeti'nde faal birer üye olarak çalışmalara katılmışlardır.

Tahmin edebileceğiniz gibi Ahmet ve Mehmet Fetgeri kardeşler de kuruluşundan itibaren bu cemiyete katılmışlardır. Çerkezler için Mehmet Fetgeri Bey, Çerkez tarihi ve sosyolojisi üzerine eserler vermiş efsanevi bir yazar, Çerkez kültürünün gelişimine katkıda bulunan saygın bir fikir adamıdır (Çerkez kaynaklarında ismi Mehmet Fetgerey Şeonu olarak geçmektedir). 19 Ocak 1931'de İstanbul'da çalışmakta olduğu Adapazarı Maden İşletmeleri A.Ş.'nin bulunduğu Agopyan hanında çıkan yangına görevi başındayken yakalanır. Çalışma odasını hemen terk etmek yerine belgelerini, evraklarını kurtarmaya çalışır. Odasına dolan yoğun gaz ve duman nedeniyle Kafkasyalı iki iş arkadaşıyla birlikte boğularak yaşama veda eder. Öldüğünde henüz 41 yaşındadır. Mehmet Fetgeri Bey'in Çerkez düşünce hayatına yön veren bazı eserleri şunlardır: Çerkez Meselesi (1931/1350), Çerkez Meselesi Hakkında Türk Vicdan-ı Umumisine ve Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne Arıza (1923/ 1339, 2 cilt), Osmanlı Alem-i İçtimaisinde Çerkez Kadınları (1914/1330), Çerkezlerin Aslı Mabudlar Neslindendir (1922/1338), Kafkasya ve Servet Menbaları (1924/1340), Rus Emperyalizmi ve Dağlıların Bağımsızlığı (Rusça olarak Prag'da yayımlanmıştır /1928).

Mehmet Fetgeri Bey'in hayattayken yayımlayamadığı bazı eserleri, çeşitli tarihlerde Kafkas dernekleri tarafından derlenerek bu derneklerin yayın organlarında yayınlanmış, Mehmet Fetgeri'nin ismi yaşatılmıştır. Bunlardan bazıları; " Lezgiler ve Adıgeler ", " Kafkas Birliği, Çarlık ve Sovyet Rejimleri ", " Şimali Kafkasyalıların Prometesi ve Hürriyet Aşkı ", " 11 Mayıs ve Sönmeyen Ümit ", " Kafkas Efsaneleri ", " Onsekizinci Asırda Şimali Kafkasya "dır. Mehmet Fetgeri'nin " Terbiye-i Bedeniye, Kendi Kendine Jimnastik " ve " Yirmi Hareketle Jimnastik Dersleri " adlarında yayımlanmış iki spor kitabı da vardır.

Burada Osman Ferit Paşa'nın küçük kızı, Mehmet Şamil ve Hüseyin Bereket beylerin kız kardeşleri Zübeydet Şhaplı üzerine de bir paragraf açmak istiyorum. Zübeydet Şahaplı, Çerkezlerin önde gelen kadın gazeteci ve yazarlarındandır. 30'lu yıllarda Cumhuriyet gazetesinin Paris muhabirliğini yaparken aynı zamanda Fransızca yayımlanan La Republique gazetesinde de yazıları yayımlanmıştır. Ancak Kafkas tarihi üzerine yazdığı kahramanlık hikâyeleri, Kafkas kültürüne kattığı asıl önemli eserleri olarak kabul edilir. Beşiktaş'ın bir ve iki numaralı kurcuları Mehmet Şamil ve Hüseyin Bereket'in Beşiktaş Kulübü içinde 1908 sonrası herhangi bir faaliyetleri görülmez.

1909'da iki farklı kulübün aynı çatı altında birleşmesiyle kurulacak " Beşiktaş Osmanlı Jimnastik Kulübü " kurucuları arasında da yer almayacaklardır. Kuruluşu bu tarihte resmiyet kazanacak kulüpte 1903'te Serencebey'de kurulan ilk kulübü temsilen Fetgeri kardeşler bulunacaktır. Zaten bu dönemde Osman Ferit Paşa'nın vefatını takiben Şhaplı ailesi üyeleri İstanbul'dan ayrılarak İsviçre'nin Cenevre kentine yerleşirler. Ailenin çocukları eğitimlerini İsviçre'de tamamlayacaklardır. Ne ilginçtir ki Beşiktaş Kulübü'ün temel taşları olan Şhaplı, Fetgeri ve Balkan ailelerinin zaman içinde yolları ayrılacak ancak bu ailelerin yolları yine bir Çerkez olan Kuşçubaşı Eşref Sencer'in temel taşlarını Çerkezlerden örerek kuracağı Teşkilat-ı Mahsusa örgütünde kesişecektir.

Fuat Balkan ve Mehmet Fetgeri Batı Trakya'da henüz 16 yaşındayken İsviçre'deki öğrenimini yarım bırakıp gönüllü olarak teşkilata katılan Şhaplı Hamza Osman ise Basra'da olmak üzere Teşkilat-ı Mahsusa örgütünün en üst kademelerinde hizmet vereceklerdir. Beşiktaş Kulübü'nün temel taşları olan Çerkez aileler için spor amaç değil savaşma yeteneklerini geliştirecek, hem kendilerinin hem de spor yapmaya teşvik ettikleri gençlerin sağlıklı, güçlü bir bedene sahip olmalarını sağlayacak bir araçtır. Nitekim uzun yıllar yönettikleri kulüpte bir başkan, bir idareci gibi değil, bir eğitmen, bir komutan gibi çalışmışlardır. Kulüp Cumhuriyet yıllarına dek her türlü yokluk ve yoksunluğa karşın onların sırtlarında ayakta kalabilmiştir. Altının dikkatle çizilmesi gereken bir ayrıntıyı unutmamamız gerekir.
Hamza Osman
Cumhuriyet sonrası 1925'te yeniden oluşturulan kulüp tüzüğünde alışılmadık bir şekilde kulüp fahri başkanının ismi belirlenmiştir. Yani bir anlamda kulübün hamisinin ismi resmileştirilmiştir. İlginç olan tüzükte " Reis-i Fahri: Müdafaa-i Milliye Vekili Recep Bey Efendi'dir " maddesiyle fahri başkanlığı resmileştirilen Recep Peker de ailesi Dağıstan'dan göç etmiş bir Çerkezdir. Beşiktaş'ın kuruluş renklerinin neden Siyah - Beyaz olduğunu ve " Kırmızı - Beyaz renk yalanını " bir başka yazımda anlatacağım ama o güne dek siz değerli okuyucularımızın siyah - beyaz renklerin Çerkez kültüründeki önemi üzerine şöyle bir kafa yormalarını arzu ediyorum. Yanıtı bulmakta zorlanmayacağınıza eminim.

1910 Beşiktaşlı sporcular Oturanlardan sağ Baştaki Mehmet FETGERİ Ayaktakilerden sağ baştaki Fuat BALKAN sağda dördüncü Ahmet FETGERİ

yeni beste v.4

Yeni Beste v.3

Yeni Beste v.2

Beşiktaş - Gençlerbirliği maçında söylenen Yeni Beste

8 Ekim 2007 Pazartesi

Beşiktaş 1 - Cavcavbirliği 0















Esasen başlığa efendi gibi Gençlerbirliği yazacaktım ama maç sonunda İlhan Cavcav'ın demeçleri beni bu tarz bir başlık atmaya meyil etti.

Neymiş İkinci yarı Beşiktaş'lı topçular her pozisyonda yerdeymiş ,evet yerdeydiler sizde bir 61 numara ile 34 numara Eren vardı ayakta Beşiktaş'lı futbolcu gördükleri anda indiriyorlardı,özellikle 61 numaralı futbolcu nasıl atılmadan sahada kaldı hayret...

Maça gelince şöyle maçı domine edip alacağımız bir maçı özlemle ve sabırla bekliyoruz.

Gündüz maçı olunca hep stadlarda ışıklandırmalar olmadan önce gündüz oynana maçlar gelir aklıma,her ne kadar maçları stada teşrif etmeye başladığım dönemlerin sonlarına denk gelsede.

Özellikle BJK -GS ve BJK -FB derbilerindeki yarı yarıya kapalı tribünde bulunmuş olmak çok ama çok güzeldi.Adnan Polat seni bir kere daha kötü niyatle yâd ediyorum.

Bu maç için konumumuzu değiştirdik kapalı alt göbekten kapalı alt yeni açık köşesi en önde yerimizi aldık.Bu nedenle ve gün ışığından dolayı inanılmaz çok sayıda foto ve video çekebildim.

Yurtdışından arak FB ve bizim söylediğimiz yeni besteyi kayıt ettim,Sanki biz daha güzel söyledik gibi geldi bana,ama bunun için FB'nin evindeki ilk maçı beklemek lazım.

Baki maç öncesi kadro dışında olduğu için biraz çimlere bastı,bir iki foto çektirdi,sonra tribüne çıktı.Ben severim Baki'yi elinden geleni yapar,iyide bir kesicidir.

Cisse'ye her geçen gün daha çok ısınıyorum,Allah sakatlıktan korusun biz bu arkadaştan çok ekmek yeriz.

Ertuğrul Sağlam Diatta ve Higuain'in maliyetleri hakkında iki kelam etmiş,hiç ama hiç yakıştıramadım,benzer mantıkla açıklamalar devam etmezse duymamış gibi kabul edeceğim.

6 Ekim 2007 Cumartesi

CEbit 2007













Perşembe günü(04.10.2007) CEbit 2007 fuarına gittik,genel olarak beğendim fuarı,organizasyon başarılı,katılan firmalar ve yeniliklere girersem çıkamam,ama bu fuar bize Avrasya'yı teknolojide buluşturmayı sağlıyororası kesin.Hükümetbu fuarı desteklemiyorsa eğer bence kesinlikle destek vermeli,çok daha devasa bir alanda ve uzun süre açık kalmalı bu fuar.

Digitürk'ün Stand-Salon karışımı yerine Lig Tv canlı yayındaydı,Kabloları kesilmesine rağmen sesleri çıkmayan Erman-Şansal ikilisi ve Hobbit Ömer ile Atilla Gökçe'nin bulunduğu bir program vardı.

Oğuz Tongsir saçını boyatmış şahdı şahbaz olmuş.

Ballı Porto 'nun son dakika golüyle bizi yendikten sonraki gün Maestro Cisse ile İbrahim Torimik'de fuarda dolaştılar basınla beraber,İbrahim'i bir ara dinlerken en az benim kadar üzüldüğünü hissettim,sağlık olsun diyelim...

Panasonic'in dünyanın en büyük plazma TV'sini geçen sene de görmüştüm bu senede sergilemişler,bizim salona koysam seyrederken bir süre sonra başım döner koltuktan düşerim her halde,fiyatı kdv dahil 100.000 €,Orta sınıf Bmv ,Mercedes parasına tv,ilginç...

Çok geniş açıdan bir Haliç - Kabataş arasını panoramik olarak fotoğraflamışlar,birde üşenmeden baskıya verip 30-40 metrelik bir poster haline getirmişler,valla bravo…Resmin önündeki arkadaşa çekil dedik,çekilmedi…

Fenerbahçe'li futbolcularda çok kalabalık gelmişlerdi,ama çıkınca fuara geldikleri numunelik otobüslerini görünce Carlos buna nasıl binmiş diye dedikodu yapmadık değil.Esas takım otobüsünü vermemişler her halde.


http://bjktaraftarproje.com/