28 Temmuz 2008 Pazartesi

Bir Spor Tarihi Masalı: Fenerbahçeli Şehitler!

Bir Spor Tarihi Masalı: Fenerbahçeli Şehitler!
Kaynak : Medyaspor
Araştırma: Tuğrul YENİDOĞAN

Tek bir eleştiriye uğramadan, hiç ama hiç sorgulanmadan, dilediğinizce uydurarak tarih yazmanızın tek yolu, bir büyük kulübün kahramanlıklarla dolu geçmişini kaleme almanızdır. Bu kulvarda, deyim yerindeyse, "atış serbesttir." Yeter ki o kulübün taraftarının gururunu okşayacak, hoşuna gidecek bir şeyler yazıp çizin. Bu kulvarda yazdıklarınızın tarihi gerçeklerle uyuşması mecburiyeti yoktur. Hatta, akla, mantığa uymayan tezleri bol bol ileri sürebilirsiniz. Ülke tarihimizin her önemli olayını o kulübün önderliğinde gerçekleştiğini iddia dahi edebilirsiniz. Yazdıklarınıza inanmaya "dünden razı" geniş bir okuyucu kitleniz olacaktır.

Onların renk sevgilerini ve fanatizmlerini istediğiniz kadar sömürebilirsiniz. Ortaya çıkan ‘'her yönüyle kusursuzlaştırılmış tarihinizin'' geniş bir kitle tarafından süratle kabul görmesi garantilidir. Yılların emeğiyle yazılan ciddi araştırma kitapları 2., 3. baskılarını zor yaparken, sizin uydurduğunuz masal baskı üzerine baskı yapacak, cebiniz para dolacaktır.
Maalesef bu konuda taraftarları en çok istismar edilen kulübümüz Fenerbahçe'dir. Özellikle son 10 senedir Fenerbahçe tarihçiliğine soyunan yetkili-yetkisiz, bilgili-bilgisiz pek çok yazar ortaya çıkmıştır. "Ben abarttıkça abartıyorum...", "Hayır, ben daha da abartıyorum...", " Öyle bir abartacağım ki, abartanlar bile ne kadar abartabildiğime inanamayacak.." tarzı görünmeyen bir yarış yaşanmıştır.

Sonunda "tarihsel gerçekçilik" bütünüyle terk edilerek hayali bir tarihçe yaratılmış ve ilginç tarafı bu masalımsı tarihçe neredeyse resmiyet kazanmıştır.

Bu gün Fenerbahçe'yi saf-temiz duygularla seven sokaktaki taraftara sorun, hemen hepsinin Fenerbahçe kulübünün Kurtuluş Savaşı'nda önemli görevler yüklendiğine ve bu uğurda birçok şehitler verdiğine inandığını, hatta bu yöndeki kulaktan duyma bilgilerini ısrarla savunduğunu görürsünüz. Son 10 yılda türeyen Fenerbahçe tarihçileri tarafından uydurulan hikâyeleri burada tek tek incelemeye almayacağım.

Bu konu üzerine yaklaşık 300 sayfasını tamamlamış olduğum ayrı bir çalışmam var. Ancak bunlar bir kitaba sığar, ben de tamamlanınca kitap olarak yayınlamayı düşünüyorum. Ancak bu yazıda, en azından "Kurtuluş Savaşı'nda Şehit Olan Fenerbahçeliler" konusuna "tarihsel gerçekçilik" ışığında mercek tutmak istiyorum:

FENERBAHÇE KULÜBÜ'NÜN KURTULUŞ SAVAŞI'NDA VERDİĞİ BİR TEK ŞEHİT DAHİ YOKTUR!

Bu kesin hükmümüzü ortaya koyduktan sonra, milli tarihimizin fanatizme ne denli malzeme edilebildiğini de örneklemek için, bir öğretim üyesi olan Sinan Meydan'ın ‘'Sarı Lacivert Kurtuluş - Kurtuluş Savaşı'nda Fenerbahçe ve Atatürk'' adlı kitabından bu konunun anlatımını aktaralım:

‘' 21 Kasım 1919 Fenerbahçe-Altınordu Maçı
Fenerbahçe o gün sahaya 10 kişi çıkıyordu.
Sakat ya da cezalı futbolcusu yoktu; ama Fenerbahçe yine de 10 kişiydi.
Arif yoktu;
Bir daha hiç olmayacaktı.
Mülazımı evvel Arif, şehit düşmüştü.
Fenerbahçe'nin ve İstanbul karmasının ünlü savunma oyuncusu Arif Bey istihkâm subayı olarak Ulakışla'dan Niğde'ye dönerken Bor Ovası'nda kalbine isabet eden bir kurşunla şehit düştü. (Haziran 1919)
Arif Bey, henüz 28 yaşındaydı.
Arif Bey yoktu...
Bir süre sonra diğerleri de olmayacaktı:
Çanakkale gazisi Fenerbahçeli futbolcular şimdi de Kurtuluş Savaşı'na katılıyorlardı.
Hüsnü Bey, Mısır'da ki esir kampından kurtulduktan sonra İstanbul'a geldi. Birkaç gün sonrada eski üniformalarını giyerek Kurtuluş Savaşı'na katılmak için Gebze yolunu kullanarak Anadolu'ya geçti.
Hüsnü Bey'i diğer Fenerbahçeli futbolcular izledi:
Formalar çıkarıldı, bir kere daha üniformalar giyildi.
Hüsnü Bey, Demir Ethem Bey, Dr. Refik Bey, Baylar Nahit ve Kenan Or gizli yollarla Anadolu'ya geçip Kemal'in askerlerine katılacaklardı.
Sarı Lacivert formalar bir kere daha şehit kanlarıyla kırmızıya boyanacaktı.
Havacı Cevat Hüsnü 1922'de Cava Adası'nda, Havacı Üsteğmen Zeki Bey 9 Eylül 1923 de İzmir'de şehit olacaklardı.
Mustafa Kemal'in önderliğinde İnönü'de Sakarya'da ve Dumlupınar'da kahramanca savaşan Fenerbahçeli futbolcuların rütbeleri yükselecekti:
Kaleci Kenan deniz teğmenlikten albaylığa, Sağbek Ethem topçu üsteğmenlikten albaylığa, Solhaf Kamil üsteğmenlikten generalliğe ve Refik de yüzbaşılıktan amiralliğe terfi edeceklerdi.
Kurtuluş Savaşı'nda ateş ve şarapnel yağmuru arasında cepheden cepheye koşan Fenerbahçeliler savaş sonrasında İstiklal madalyasıyla onurlandırılacaklardı.
Formalarındaki Fenerbahçe ambleminin yanında artık birde İstiklal madalyası vardı.
Fenerbahçeli savunma oyuncularından Nuri Bey, Kurtuluş Savaşı'nın tüm cephelerinde savaşmış ve üstün başarılarından dolayı İstiklal Madalyası'yla ödüllendirilmişti.
O zor işgal yıllarında bazı Fenerbahçeli futbolcular ise cephe gerisinde vatana hizmet ediyorlardı.
Bunlar, kurtuluşun gizli örgütlerine üye olmuşlardı:
Mim Mim Grubu ve Teşkilat-ı Mahsusa da ki sarı lacivertli futbolcular 3 Mayıs 1918'de kulübü ziyaret eden Mustafa Kemal'e verdikleri sözü tutup, gizli yollarla Anadolu'ya silah kaçırıyorlardı.'' (Sinan Meydan ‘'Sarı Lacivert Kurtuluş, Kurtuluş Savaşı'nda Fenerbahçe ve Atatürk'' Haziran 2006, s:143-145)


Tüm Fenerbahçe tarihçelerine kaynak olan kitap, rahmetli Rüştü Dağlaroğlu'nun kitabıdır. Rüştü Dağlaroğlu ‘'Fenerbahçe Spor Kulübü Tarihi'' adlı kitabını ilk kez Fenerbahçe kulübünün 50. kuruluş yılında, 1957 senesinde yayınlamış. Benim elimde incelediğim kitabın, aynı eserin, kulübün 80. yılı olan 1987 senesinde yayınlanmış genişletilmiş baskısı olduğunu belirtmeliyim. Sinan Meydan da, Kurtuluş Savaşı şehidi ilan ettiği "Arif Bey, Cevat Hüsnü Bey ve Zeki Bey'lerin" adlarını büyük bir olasılıkla Dağlaroğlu'ndan aktarmaktadır. (Bakınız: "Fenerbahçe Spor Kulübü Tarihi'', sayfa 687 ‘'Fenerbahçeli Şehitler'' başlığı altında yer alan şehit listesi)
Şimdi, "Kurtuluş Savaşı Şehidi" oldukları Fenerbahçe kulübü tarafından da tescillenmiş bu 3 ismi ayrı ayrı inceleyelim:

BOR OVASINDA ŞEHİT DÜŞMÜŞ EMİRZADE ARİF BEY!

Dilimize yerleşmiş, çok kullanılan bir deyim vardır, bilirsiniz: ‘'Geçti Bor'un pazarı, sür eşeğini Niğde'ye...'' denir. Bor, 1923 yılında il olan Niğde vilayetine bağlı bir ilçedir. Niğde, Osmanlı dönemindeki birkaç iç isyan haricinde, topraklarında herhangi bir düşman istilası yaşanmamış, herhangi bir savaş gerçekleşmemiş ender illerimizdendir. Niğde ve Bor topraklarında yaşandığı bilinen son çatışma, 1621 yılında Abaza Mehmed Paşa'nın Celali isyanları sırasında gerçekleşmiştir. Yanlış okumadınız, Bor ovasında yaşanan son savaş 1621'dedir...

Hemen her ilimizin ve birçok ilçemizin bir ‘'düşman işgalinden kurtuluş'' günü vardır. İngiliz, Fransız, İtalyan,Yunan, Rus, Ermeni işgallerinden kurtuluşun kutlandığı, ülkemizin 600'ü aşkın kurtuluş gününün tam listesini Türkiye Muharip Gaziler Derneği web sayfasında inceleyebilirsiniz. Niğde ilinin ve Bor ilçesinin ise her yıl kutlanan bir ‘'Kurtuluş Günleri'' yoktur. Çünkü bu yöremizde hiçbir işgal, hiçbir savaş, hatta hiçbir çatışma yaşanmamıştır. Fenerbahçeli Arif Bey ise, Niğde'nin Bor ovasında şehit düşmüş bir Kurtuluş Savaşı şehidi olarak anılmaktadır. İnanılır gibi değil...

Üstelik Arif Bey'in vefat tarihi 1919 Haziran ayı olarak belirtilmektedir. Bu tarihte Mustafa Kemal Paşa Anadolu'ya çıkalı henüz bir ay kadar bir süre geçmiştir. Erzurum kongresi Ağustos, Sivas Kongresi Eylül ayında yapılacaktır. Yani Kurtuluş Savaşı daha başlamamıştır. Buna rağmen tüm Fenerbahçe tarihçelerinde Arif Bey, hem de "şahadet tarihi Haziran 1919" olarak belirtilerek Kurtuluş Savaşı şehidi olarak gösterilir.

Gerçekten inanılır gibi değil...
Dağlaroğlu, Fenerbahçe Tarihi kitabını, belli ki uzun bir zaman aralığında kaleme almıştır. 700 sayfalık bu tarihçenin değişik sayfalarında, bazı konular üzerinde, birbirini tutmayan, hatta birbiriyle taban tabana zıt bilgiler verilmiştir. Eğer bir başka kalem işin içine dâhil olup, kitabın satımı için daha cazip hale getirme düşüncesiyle bir takım eklemeler yapmadıysa, bu oldukça ilginç bir durumdur. Kurtuluş Savaşı şehidi Arif Bey'le ilgili bütünüyle farklı bir bilgiye de aynı kitabın 665. sayfasında rastlanmaktadır. Bu sayfada ‘'Emirzade Şehit Arif Bey'' başlığı altında bir biyografi anlatılmaktadır.

Dağlaroğlu'nun kaleme aldığı bu biyografiden, Arif Bey'in Birinci Dünya Savaşı boyunca, Uzunköprü-Keşan demiryolu inşaatı Şube Fen Heyeti'nde görevli olduğu, Fenerbahçe maçlarının olduğu günlerde Keşan'dan Uzunköprü'ye 40 kilometrelik mesafeyi at sırtında alıp, ardından trene binerek Fenerbahçe maçlarına yetiştiğini öğreniyoruz. Hani Arif Bey cepheden kalkıp maçlara gelen bir kahramandı? Maçlarını oynadıktan sonra, cepheye geri döner, savaşmaya devam ederdi? Tren yolu inşaatı, ne zamandan beri askeri literatürde cephe olarak kabul edilmeye başlandı? Bu cephede tren raylarına karşı mı, yoksa lokomotiflere karşı mı savaş veriliyordu?

Yine Dağlaroğlu'nun yazdığı bu biyografiden, Arif Bey'in, 1919 Haziran ayında Bor Ovası'nda ‘'Toros Demiryolu'' inşaatında çalışırken, şantiyeyi bir eşkıya çetesinin basması sonucu hayatını kaybettiğini öğreniyoruz. Hani Kurtuluş Savaşı şehidiydi? Soygun amaçlı bir eşkıya baskını sonucu hayatını kaybedenler ne zamandır ‘'Kurtuluş Savaşı Şehidi'' olarak kabul edilmektedir? Tarih, bu kadar mı ters yüz edilir?

KURTULUŞ SAVAŞI'DA ‘'ENDONEZYA'NIN CAKARTA CEPHESİNDE'' ŞEHİT DÜŞMÜŞ FENERBAHÇELİ: CEVAT HÜSNÜ BEY!

Okullarda hep yanlış öğrendiniz değil mi? Birinci İnönü, İkinci İnönü, Sakarya ve Büyük Taaruz'u öğrettiler ama, "Cakarta" savaşlarını öğretmediler değil mi? "Anadolu nerede, Endonezya nerede?" diye sormayın sakın. Bakın öğretim görevlisi Sinan Meydan bile yazmış "Sarı Lacivert formalar bir kere daha şehit kanlarıyla kırmızıya boyanacaktı. Havacı Cevat Hüsnü 1922'de Cava Adası'nda, Havacı Üsteğmen Zeki Bey 9 Eylül 1923 de İzmir'de şehit olacaklardı" diye...

Cevat Hüsnü Bey'in hemen tüm Fenerbahçe tarihçelerinde Ulusal Kurtuluş Savaşı şehidi olarak gösterilmesi ve buna tek bir itiraz sesinin yükselmemesi, ancak toplu bir basiret bağlanmasıyla izah edilebilir. Cevat Hüsnü Bey, Alman uçak fabrikası Rumpler Flugzeugwerke GmbH'da deneme pilotu olarak çalışırken, giriştiği Dünya turunda, uçağı Endonezya'nın başkenti Cakarta yakınlarında Anchol kumsalına düşünce hayatını kaybetmiştir. Mezarı Cakarta'da Arap Vakfı mezarlığındadır. Ölüm tarihi 8 Temmuz 1922'dir.

‘'Endonezya - Cakarta - Kurtuluş Savaşı, Allah, Allah... ne ilgisi var?'' diye sorabilirsiniz. Sormalısınız da. Esas hayret verici nokta bu sorunun şimdiye kadar sorulmamış olmasıdır. Öyle değil mi?

KURTULUŞ SAVAŞI'NDAN 1 YIL SONRA ÖLEN KURTULUŞ SAVAŞI ŞEHİDİ: ZEKİ BEY!

Fenerbahçe tarihçelerinde Kurtuluş Savaşı şehidi olarak gösterilen son isim İsmail Zeki Bey'dir. İsmail Zeki Bey, İzmir Tayyare Okul Kumandanlığı'nda uçuş eğitmeni olarak görev yaparken, İzmir'in Kurtuluş yıldönümünün kutlandığı 9 Eylül 1923 günü bir gösteri uçuşu yaparken, Kemer İstasyonu yakınında bulunan Kilise'ye uçağıyla çarparak hayatını kaybetmiştir. Mezarı İzmir Kadifekale şehitliğindedir.

9 Eylül 1922 Türk ordularının İzmir'e girdiği ve Kurtuluş Savaşı'nın tamamlandığı tarihtir. İsmail Zeki Bey, bu tarihten tam bir yıl sonra hayatını kaybetmiş bir görev şehididir. Kurtuluş Savaşı şehidi değildir. Ayrıca, gerek Cevat Hüsnü Bey, gerek İsmail Zeki Bey'in Fenerbahçeliliklerinin nereden geldiğini ise bilemiyorum. Dağlaroğlu'nun kitabında yayınlanan şehit listesinde futbolcu oldukları yazıyor.

Ancak Fenerbahçe forması giydiklerine dair herhangi bir maç kaydına, en azından ben rastlayamadım. Kulüp tarihi yazımcılarının bu tarz bir itiraz karşısında ‘'A takımda oynamamıştı ama, B takım ve Genç takımın formasını giymişti.'' şeklindeki cevapları hazırdır, biliyorum... Defalarca yaşadım... İtiraf etmeliyim, böyle bir cevap karşısında da yapacak bir şey yoktur. O dönemin B Takım ve Genç Takımlarına dair bir belge bulmak çok zordur. Söz konusu olan kulüp tarihçiliği olunca, o kulüp taraftarının hoşuna gidecek bir hikâyeyi anlatanlar değil, o hikâyeye itiraz edenler belge sunmak zorundadır.

Belge olmayınca, itiraz etmek de nafiledir, değil mi?
‘'Fenerbahçe Kulübü'nün Kurtuluş Savaşı'nda verdiği bir tek şehit dahi yoktur.'' demiştim. Yanlış anlaşılmasın, bu tezi ispatlarken Fenerbahçe Kulübünü yermek, Kurtuluş Savaşı'nda herhangi bir rol üstlenmediği için onu eleştirmek gibi bir amaç gütmedim. Elbette ki sadece Fenerbahçe değil, Galatasaray, Beşiktaş kulüpleri de Kurtuluş Savaşı'nda herhangi bir misyon üstlenmemişlerdir.

Zaten olması gerekeni de budur. Çünkü bunlar bir spor kulübüdür. Spor faaliyetinde bulunmak için kurulmuşlardır. Askeri veya siyasi bir cemiyet değildirler. ‘'Ülke Kurtarıcısı olma'' misyonları veya "vatan savunması'' gibi bir görevleri yoktur. Birtakım spor tarihçileri kendileri için böyle bir misyon icat etmek istedi diye bütünüyle gerçek dışı bir geçmişi tüm görev ve sorumluluklarıyla üstlenmek zorunda değildirler.

Gelelim bu hikâyeleri uydurmayı meslek haline getirenlerin ne yapacağına..."Güneş balçıkla sıvanmaz!", "Muhteşem tarihimize, kahramanlarımıza, şehitlerimize kimse dil uzatamaz!" başlıklarını atacakları yazılar yayımlayacaklar. Elbette ki, yazacaklarında herhangi bir belge, herhangi bir ispat, herhangi bir tarihi gerçekçilik kaygısı bulunmayacak... Bol hamaset, bol masal, bol fanatizm bulunacak... Nerden mi biliyorum? Daha önce defalarca yaşadım, oradan biliyorum... Ve işin beni en çok üzen tarafı, bu saçmalıklarına resmi destek almayı sürdüreceklerini de biliyorum...

Formalar,

Formalar,
Neredeyse sezon başlayacak halâ bizim yeni formalar ortada yok,ulan bu kulüpte bir tane iş de yolunda gitmez mi kardeşim.
Şimdi de Bobo’yu gönderip Fatih Tekke’nin peşine düşeceklermiş.
Allah’ım bunların acıması yok , bari bize sen acı.

27 Temmuz 2008 Pazar

Kombineler

Kombineler, stadın durumu ve Demirören & Sinan Engin ikilisinden dolayı 1.700 adet satış rakamında.Ben de uzun bir süredir bu isimlere artık katlanamama nedenimden dolayı bu sene kombine almamayı düşünüyordum,yine dayanamadım bu sefer her zamankinin aksine bir kaç arkadaş kapalı tribün yerine eski açıktan kombine almaya karar verdik.
Kombine satışlarında 08 Ağustos son günmüş büyük ihtimal kıllığına son gün alacağım.

İngiltere'yi Tokatlamışız


Fifa'nın milli takımlar sıralamasında son avrupa şampiyonasındaki başarımızdan ve büyük ihtimalle İngilterenin avrupa şampiyonasına katılamaması neticesinde sıralamada geçmişiz.

Rusya ise 13 sıra birden yükselmiş.

22 Temmuz 2008 Salı

Buna ne diyeceksiniz Mir Bey


Buna ne diyeceksiniz Mir Bey

NAYLON faturacı Orhan Aslıtürk, Turan Çevik gibi birçok ünlü hakkında soruşturma yapan Gümrük Kontrolörü Bayram Çolak, AKP Genel Başkanvekili Dengir Mir Mehmet Fırat’ın ortak olduğu Menas A.Ş. hakkında hayali ihracat iddiasıyla rapor düzenledi.Konuyu gündeme getirmemin ardından Çolak’ın başına doğrusu çok şey geldi.

Fırat, Çolak’ı önce Gümrük Müsteşarlığı’na şikáyet etti; sonuç alamadı.Bu kez 14 Mart 2007 günü yetkili kurul olmamasına rağmen Başbakanlık Teftiş Kurulu’na bir mektup yazdı; Çolak’ın CHP’den milletvekili aday adayı olmasının rapora kesin etki ettiğini, menfaat temeline dayalı bir organizasyonla karşı karşıya kaldığını savundu. Fırat, büyük harfleri bana ait olan, şu suçlamada bulunup teftiş istedi:"Kontrolörün mesleğe giriş tarihindeki servet beyanıyla bugünkü serveti karşılaştırıldığında, izah edilemeyecek HAKSIZ bir varlığa sahip olduğu ve varlığın eşi, çocukları ve kardeşleri üzerine de geçirdiği GÖRÜLECEKTİR.

"UÇAĞI, GEMİSİ VAR MI Fırat’ın bu başvurusu üzerine Kurul Başkanı Mutalip Ünal, Başbakan Tayyip Erdoğan’dan onay istedi.5 Nisan’da verilen onay üzerine Başbakanlık Başmüfettişleri Mehmet Gürbüz ve Mehmet Emin Baysan 3 Aralık 2007’de biten bir araştırma yaptılar.Erdoğan’ın 18 Aralık’ta imzaladığı bu sonuç raporunda, Çolak’ın yanı sıra eşi, üç çocuğu, üç kardeşi, eşinin kardeşiyle annesi hakkında kamu kurumları; özel, kamu ve yabancı bankalar nezdinde araştırma yapıldığı yazıldı.

Raporda görülüyor ki, ilgili tüm kurumlara, bu kişilerin otomobilleri, ziynet eşyaları, menkul ve gayrimenkulleri, gemileri, uçakları, hisse senetleri olup olmadığı soruldu. İlginçtir bu isimlerin bazılarının tek bir mal varlığı dahi çıkmadı.Kısa keselim, raporun sonuç bölümünde şu ifadelere yer verildi:"Bu kişilerin normal gelirleriyle elde edilmeyecek bir hesap, para hareketi veya harcamaya rastlanmadığından;

Bayram Çolak ile eşinin kardeşleri arasında iki havale ve bir ödeme dışında makul olmayan bir ilişki bulunmadığından; Çolak’ın kanuna veya genel ahlaka uygun olarak sağlandığı ispat edilmeyen mallar veya ilgilinin sosyal yaşantısı bakımından geliriyle uygun olduğu kabul edilmeyecek harcamalar şeklinde ortaya çıkan haksız edinilmiş bir mal varlığı tespit edilmediğinden soruşturmaya gerek bulunmadığına..."MAHKEME GÖREVİNİ YAPTI DEDİYine kısa keseyim, Fırat bununla da yetinmedi Çolak’ı mahkemeye verdi.

Ankara 6. Asliye Ceza Mahkemesi’nden 9 Temmuz 2008 günü şu karar çıktı:"Sanığın görevini yaptığı kanaatine varıldığından, görevi kötüye kullanma suçunun oluşmadığından beraatına..."Şimdi bu durumda bir hukuk adamı olarak, hukuku savunmak adına sık sık oldukça sert ve kırıcı bulunan açıklamalar yapan Fırat’a, Çolak’ın hukukunu sormak gerekmez mi?Peki ya Başbakan Erdoğan, "Arkadaşlarımdan geldi diye, her şikayeti işleme koyacaksam kamu görevlileri görevlerini hangi cesaretle yapar, yolsuzlukların üzerine nasıl gider" diye düşünüp; Çolak hakkında, "GÖRÜLECEKTİR" kesinlikteki iddiasıyla asılsız suçlama yaparak kendisini ve müfettişleri aylarca gereksiz uğraştıran Fırat’tan bir açıklama isteyecek mi?

14 Temmuz 2008 Pazartesi

Thomas...


Bu aralar daha önce aldığım ama okumaya yeni fırsat bulabildiğim dergilerle zaman geçiriyorum,442 nin mayıs sayısını okurken Bundesliga'da oynayan futbolcuların en nefret ettikleri meslektaşları sorulmuş,İlk onda bizlerinde yakından tanıdığı eski Gençlerbirliği futbolcusu Thomas Zdebel'le Kayseri Erciyes ve Ankaragücü formalarını giymiş olan Victor Agali'de var.

Thomas deyince aklıma kapalı alttan seyrettiğim Beşiktaş - Gençlerbirliği maçı sırasında bize yakın taç çizgisi önünde Pascal'la Thomas girdikleri ikili mücadele sonrasında Pascal pasını verdikten ve tahminim kameralar kendisinden uzaklaştığı anda Thomas'a indirdiği kafa gelir aklıma,maç sırasında benim gibi çok az kimse topu takip etmek yerine bu ikiliye dikkat kesilmiştir,Hakem kırmızıyı gösterdiğinde kimse ne olduğunu anlamamıştı,Thomas kendini yere attı zannediyorlardı,esasen doğru Thomas kendini yere attı ama tamamen istemsiz bir şekilde yere uzandı demek daha doğru olur.

Kim bilir neler dedi bizim karaboğayada adamı haşat etti,sonrası daha komik zannedersem Acarkent tarafında Pascal'ın evine bir televizyoncu gidip röportaj yapmıştı,Pascal pişmanmısın diye,Baba direkt ;
-Thomas mama fuck you diye saydırmaya başladı,biz duyuyoruz adamın neler dediklerini ama röportajı yapan çocuk evet Thomas hakkında hiç iyi şeyler söylemiyor diye komik açıklamalar yapıyordu,bunun da bir benzerini henüz görmedim.

Sonuç olarak çirkef adam her yerde çirkefmiş demek ki. Bu arada Thomas 8.sıradan girmiş listeye.

13 Temmuz 2008 Pazar

Sarıkaya: "Tarihe Kara Leke Olarak Geçerler!"



Kaynak : Medyaspor
2006 ve 2008 Mali Genel Kurullarında, Beşiktaş yönetimini ibra etmeyen ve açtığı davalarla Beşiktaş Yönetimi'ne karşı hukuk savaşı veren kongre üyesi Cengiz Sarıkaya Medyaspor'a gündem yaratacak açıklamalarda bulundu:
YÖNETİM BİZİ OYALAMAYA KALKINCA MAHKEMEYE GİTTİK:
Kongrede yönetimi ibra etmeyince bu konuyu mahkemeye taşımadan evvel sorunu kulübün iç bünyesinde çözmek için Divan Kuruluna başvurduk. Dedik ki, kongrede sorduğumuz soruların cevabını alamadık, ikna olmamız için yönetimin bahsettiği sözleşmeleri, kira kontratlarını, kat fazlalığından dolayı Beşiktaş'ın kazanımlarını açıklasınlar, biz de bu meseleyi kulüp içinde bitirelim.
Fakat yapılan toplantıda İlhan Durusoy beyefendi, "Sayın Başkan ne demişti? Biz Fulya'yı bitirdik, dedikodusu bitmedi diyor ama Beşiktaş'ın Fulya projesinde kat fazlalığından dolayı 957 m2 alacağı bir alan var ancak bunun nereden alacağı belli değil" deyince bizde ipler koptu. Fulya projesi bitti deniliyor fakat Beşiktaş'ın hakkının nereden alınacağı belli değil. Buna divan kurulu üyelerinin hepsi, hatta başkanları da dâhil şahit.
Bu olaylardan sonra sabrımız kalmadı. Ne kira kontratını gösterdiler ne de kaç paradan verildiğini söylediler. Açtığımız dava olmasaydı, kira bedellerinin 17 Dolar ve 23 Dolar gibi komik rakamlardan verildiğini öğrenemeyecektik.
Açıkça söylemek isterim ki 2006 yılında ki kongrede, uzun vadede kira geliri kullanılması - kırdırılması söylentilerine karşılık biz dava açınca, bu operasyonu yapmak için göreve gelen Numan Ceyhan beyefendi yurt dışında bir finans kuruluşuna bu gelirleri kırdırmaktan vazgeçti.
Fakat yönetim kurulu ara bir formül bularak yüklenici firma Aşçıoğlu'na giderek, gelin bu alanı size verelim diyerek buradaki kazancı kırdırmaktan da beter ederek heba etti.

BEŞİKTAŞ'IN 150 MİLYON DOLARI HAVAYA UÇTU!
Aşçıoğlu firmasının 17 dolarlık yeri minimum 35 dolara, 23 dolarlık yeri de 85 dolardan sattığını biliyoruz. Yani senede 7-8 Milyon Dolar kayıp. 25 senelik kiralama söz konusu olursa 150 Milyon Dolar civarında bir zarar söz konusu.

DEL BOSQUE'YE KAPTIRILAN PARALARIN DA HESABINI SORACAĞIZ!
Şirketle derneği birbirinden ayırdılar. Şirketin genel kurulu ayrı dediler. Fakat dernek şirketin 70% ortağı olduğu için Del Bosque konusuna da müdahale edeceğiz. Sayın hâkim bizden yazışmaların Türkçe tercümeleri istedi. Biz de UEFA'dan, CAS'tan tüm yazışmaları aldık. O konuda da mahkemeden çıkacak kararı bekliyoruz. Beşiktaş'ın borsadaki değeri 80 milyon dolar civarında. 80 milyon dolarlık bir şirketi 6,5 Milyon Euro'luk zarara uğratan bir CEO'yu şirket ortakları işten atarlar, Amerika'ya gönderirler, "Bu adam bizi 6,5 Milyon Euro zarara uğrattı, kimse iş vermesin" diye gazeteye ilan verirler. Spor kulüplerinde kimi yöneticiler hesap sorulmamasının verdiği rahatlıktan "Ben yaptım oldu" diyerek yararlanıyorlar.
Artık bir şirketi zarar uğratmanın en kolay yolu spor kulübüne yönetici olmak haline geldi. Ama biz tüm bunların hesabını soracağız. İnsanların zekâ seviyelerini test etmeye çalışıyorlar. Ama onların düşündüğünden çok daha zekiyiz. Bizi test etmesinler. Her şeyi olduğu gibi görüyoruz.

BEŞİKTAŞIN PARALARINI HEBA EDENLER; CEPLERİNDEN ÖDERLER!
Yargıtay, 7. Asliye Hukuk Mahkemesi'nde açtığım davanın, tekrar görüşülmesine karar verdi. Devam eden hukuk sürecinde belirtilen bu kira gelirleri ile ilgili uzun vadede işlem yapıldığı takdirde, Beşiktaş başkanı ve yönetim kurulu üyelerine ihtarname çekerek, kendileri hakkında tazminat davası açacağımı ve cezai yönden şikâyette bulunacağımı bildirmiştim.
Yapmayacağımız bir şeyi ne ben ne de dava arkadaşlarım söylemeyiz, konuşmayız veya yazılı bir şekilde ifade etmeyiz. Arkadaşlarımızla bu konuları tekrar görüşeceğiz, eğer oybirliği ile Beşiktaş'ın kazançları gasp edildiğine veya yok yere heba edildiğine kanaat getirirsek, avukatımız olan Murat kardeşimizle kesinlikle tazminat davası açıp, kayıpların hepsini 2006'daki ve bu dönemdeki yöneticilerinden tahsil edilmesini talep edeceğiz.

DİVAN KURULU DA, EN AZ YÖNETİM KADAR SUÇLU!
Şimdi artık "Beşiktaş'ın genel kurulunda isteyen herkes istediği her şeyi geçirir" olayını bitirmek istiyoruz.
Zaten kanun önce tüzüğü denemeni, daha sonra genel kurula taşımanı, bunlardan da sonuç alamazsan mahkemeye getirmeni istiyor.
Biz bunların hepsini denedik. İç tüzük, disiplin kurulu, genel kurul, bunların hepsini denedik.
Çünkü 2006'daki genel kurulu gördük. Şu anda kanun, bir önerge 7. sırada kabul edildiyse aynı sırada görüşülür ve karara bağlanır demekte. 7. Sıradaki önergeyi 15. Sırada karara bağlamaya çalışırsan genel kurulu sakata getirmiş olursun.
Ben asıl suçlunun Divan Kurulu olduğunu düşünüyorum. Bizim tüzüğümüzde açık ve net olarak belirtilen husus, kongrenin girişinden çıkışına kadar her şeyi divan kurulu ve sicil kurulu başkanları hazırlar şeklindedir. Ama Divan Kurulu oturduğu yerde hiç bir şeye karışmıyor. Kongre divan başkanı ise, yönetimin desteğiyle geldiği için yönetimin dediklerini yapmak üzere orada bulunuyor. Böylece her şeye seyirci kalıp görevini yerine getirmemiş oluyor.
Mevcut Divan Kurulu "Beşiktaş'ın delikli kuruşunun hesabını soracağız" diye göreve geldi ama sormuyor. Neden sormuyor, bizim açtığımız davada, bu yönetimin Beşiktaş'ın mal varlıklarının yok yere harcadığı kanıtlandığı takdirde, Divan Kurulu başkanı ve yönetimindekiler tarihe kara bir leke olarak geçerler.

KONGRELERİMİZE, BİNDİRİLMİŞ KITALARDAN BAŞKA BİR DE MAFYA BOZUNTULARI DOLDURULDU!
Son yapılan Mali Genel Kurulda, ibra etmeyecek gibi duran muhalif üyelerin etrafında çeşitli organizasyonlar yaptılar. Son derece yaralayıcı ve düşündürücü bir konu...
Söz konusu baskılar sadece bu genel kurulda değil, seçimler de dâhil olmak üzere 2000 yılından beri Beşiktaş'ın üzerinde bir leke olarak durmakta. İnsanların üzerinde bir baskı oluşturuyorlar. Bunlar Beşiktaş üyesi bile değiller. Fakat yönetime yakın kişiler oldukları kesin. Ama mafya mıdır değil midir ben bilemem. Bu şahısların kim olduklarını yöneticilere sormak lazım. Ne de olsa yönetimden icazet alıyorlar.
Nasıl içeri girdiklerini divan kurulu ve emniyet güçlerinin tespit etmesi ve engellemesi lazım. Daha önce bu konuyla ilgili emniyete dilekçe vermiştik. 2006'da da dilekçe verdik, içeride kongre üyesi olmayan kişiler var ve oy kullanıyorlar diye. Hatta daha da ileri gidiyorum, kulüp çalışanları olan insanlar bile oy kullanmıştır.
Birinci isteğimiz, Beşiktaş genel kurullarında, seçim veya mali genel kurul olması fark etmez, hukuksuz, kanunsuz, vicdana sığmayacak olayların sona ermesi.
Bunu sağladıktan sonra ileriye dönük olarak Beşiktaş'ın üyelik profilini değiştirmek istiyoruz. Üye profilimiz değişmeden Beşiktaş hiçbir yere ilerleyemez. Beşiktaş'ın başına musallat olan grupçular, Beşiktaş'ın kanınını emen oy simsarları mutlaka temizlenmelidir.
Herkesin bildiği bu isimler hakkında soruşturmalar açıldı, virmanlar yapılmış, senetler verilmiş, borçlandırmalar olmuş, cari hesaplardan üye yapılmış.

BAZI GAZETELER VERDİĞİMİZ MÜCADELEYİ KASITLI OLARAK GÖRMEZDEN GELİYOR!
Mesela Hürriyet'te veya Fanatik‘te bu tür haberler asla çıkmıyor. Bilerek haber atladıklarını düşünüyorum. İnsanların Beşiktaş hakkında haber alma özgürlüğünü kısıtlıyorlar. Madem yorum yapmıyorsun bari iki satır haber olarak ver. Ama DHA bu konuda daha ilgili. Artık o gazetelerin spor müdürlerine "neden insanların haber alma özgürlüğünü kısıtlıyorsunuz" diye sormak lazım.

SESSİZ ÇOĞUNLUĞUN SESİYİZ!
Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Bizleri 5 kişi, 22 kişi veya ibra etmeyenlerden ibaret olarak düşünmesinler. Sessiz çoğunluğun sesiyiz, onların bayrağını taşıyoruz.
Bu camianın içinde dürüst, namuslu, maddi manevi menfaat peşinde olmayan, Beşiktaş'ı basamak olarak kullanmayan, çocukluğunda beri içinde Beşiktaş sevgisi olan insanlardan meydana gelen bir hareketiz.
Bu şekilde yola çıktığımız için başarısız olmamamız mümkün değil çünkü her şey dürüst ve temiz bir şekilde ortaya konuluyor.

12 Temmuz 2008 Cumartesi

Yaşatanlara ve Seyirci Kalanlara,Lanet Olsun !

11 Temmuz 1995'te Srebrenitsa'yı koruyan Hollandalı BM askerlerinin Bosnalı Sırpların kasabayı ele geçirmesine "göz yumması"nın ardından, bir hafta süren katliamda, kasabadaki yetişkin erkek ve erkek çocuklar öldürüldü.

5 Temmuz 2008 Cumartesi

Esas Gitmesi Gereken Halâ Yerinde.


( İlk resim benim ikinci resim flickr'dan Esteban'ın )
Mevzuda hangisi haklı derseniz ilk resimdeki arkadaş derim,gitmelerine üzüldüm mü; hayır,suç varsa ceza da olmalı.


Sinan Engin de açıklamış ben bu iki arkadaşın daha önce birbirleriyle konuşmadıklarını biliyordum diye,bunu diyen Beşiktaşımın menejeri,yani Balık Baştan Kokmuş...

Sinan Engine soruyorum ;
- Sen Naber Ya...

1 Temmuz 2008 Salı

TSK’ya kimler, neden saldırıyor?

Yiğit Bulut
01.Temmuz.2008 Vatan

TSK’ya kimler, neden saldırıyor?

Birkaç gün önce Genelkurmay bir açıklama yaptı ve Türk Silahlı Kuvvetleri’ne (TSK) “bilinçli” ve “planlı” saldırı düzeni içinde olan çevrelerden bahsederek, bağımsız yargı mekanizmalarını göreve çağırdı... Bazı yazar arkadaşlarımız da Genelkurmay’ın “kendi kendine kuruntuya” kapıldığını iddia eder nitelikte yazılar kaleme alarak, yaşananların “daha demokratik” bir toplumun gereği olduğunu belirtti... Bu tespitler sonrası soralım; TSK’ya kimler, neden saldırıyor ve “yıpratma kampanyası” yürütüyor? Adım adım gidelim...

1- Bill Clinton Mayıs 1997’de “Yeni bir Yüzyıl için Ulusal Güvenlik Stratejisi” adı verilen belgeyi imzaladı. Belgenin özü “ABD çıkarlarına dayanan ekonomik milliyetçiliğin”, gerekirse silah gücüyle dünyaya egemen kılınması üzerine bina edilmişti. Aynı belgede Türkiye ve bulunduğumuz bölge ile ilgili şu cümleler yar aldı; “...iki yüz milyon varillik petrol rezerviyle Hazar Denizi bölgesi (Türkmenistan, Kazakistan, Özbekistan, Kafkasya, İran, Kuzey Irak, Doğu ve Güneydoğu Anadolu) dünyanın artan enerji talebini karşılamada önemli bir rol oynamaya adaydır... Kendi petrol kaynaklarımız tükeneceğinden bu bölgedeki kaynaklara ulaşmak, ABD’nin yaşamsal çıkarlarından biridir...”

2- Bölgedeki dinamiklerin ve ABD’nin tavrının değiştiğini düşünen Türk Genelkurmay’ı, 1997’de “Milli Askeri Strateji Konseptini (MASK)” değiştirdi ve “aktif güvenlik politikası, bölgenin bağımsızlığı, TSK’nın modernize edilerek bağımlı olduğu noktaların tespit ve iyileştirilmesi” gibi dinamiklere farklı bakmaya başladı. Bu değişim aslında “Ortadoğu’da yerleşme” derdini yavaş ortaya döken ABD’nin ne yapmak istediğini “ilk algılayan yapı” olma özelliğinden kaynaklanıyordu.

3- MASK’ın değişmesi ABD’yi herkesten fazla rahatsız etti. ABD, TSK’nın “bölgede barışçıl merkezli bir yapıya sıcak bakmasından ve kararların Brüksel veya Washington yerine Ankara’dan alınmasından” ciddi anlamda rahatsız olmuştu. Ayrıca MASK’ın ABD’ye danışmadan değiştirilmesi “eleştiriliyor” ve şu ifade kullanılıyordu; “...Türkiye’nin bölgede bağımsız bir güvenlik faktörü olarak güçlenmesi ve artan askeri gücü, bölgedeki istikrarsızlığı artırmaktadır...”

4- Aynı dönemde yazılan sorgulamaya yönelik ABD makamlarının raporlarında “Türkiye’nin 2015 yılına kadar alacağı tavrın ve ülke içindeki gelişmelerin” ABD’nin “ana çıkarlarının” bulunduğu Büyük Ortadoğu bölgesinde belirleyici olacağı belirtiliyordu...

5- Bütün bunlar olurken Türkiye 1999-2001 arasında tarihinin en büyük “finansal manipülasyonu” ile karşı karşıya kaldı. 57. Hükümet “pasifize” edilip Kemal Derviş’e teslim edilirken, koalisyon ortağı partiler siyasi dinamik içinde eridi. “Türkiye’nin değerlerinin tasfiye edilmesi süreci” başladı.

6- “TBMM’den geçmeyen tezkere” ve TSK’nın ABD’nin istekleri doğrultusunda “Büyük Ortadoğu projesine” (BOP) dahil edilememiş olması Okyanus ötesindekileri daha da kızdırdı. 2004 yılının Nisan ayında BOP’u anlatan ABD Dışişleri Bakanı Colin Powel “...Irak; Türkiye, Pakistan ve diğer İslam Cumhuriyetleri gibi bir İslam Cumhuriyeti olacak...” dedi.

7- Ortadoğu ve Orta Asya’da “kendi amaçları doğrultusunda” TSK’yı “tasarrufu” altına almak isteyen sadece ABD değildi... Avrupa Birliği (AB) de aynı amaçta birçok giriş yaptı ve maalesef kağıt üstünde bazı kazanımlar elde etti... Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül (bu arada hatırlatalım; bazı çevrelerin Cumhurbaşkanı adayı) 2005 yılında AB Savunma Bakanları Konseyi toplantısına katıldı ve “Türkiye’nin AB muharebe guruplarında” yer almasını öngören anlaşmayı imzaladı. Bu anlaşmaya göre; Türkiye, karar mekanizmalarında yer almayacak ama “AB’nin herhangi bir bölgedeki olaylara müdahale etmesini” sağlamak amacıyla oluşturulacak yapıya “güç” verecekti.

8- Türkiye’de “Ilımlı Din Devleti” kurmak isteyenler, Sorosçular, rejimle “düellosu” olanlar ve Devlet düşmanı eski “bazı fraksiyon mensupları” yukarıdaki dinamiklerle eşzamanlı harekete geçti ve TSK’ya “saldırı” da yerlerini aldı.Son söz: Bugün Türkiye’de kim “Türkiye’yi kökünden değiştirmek-bölmek-kendine uydurmak” istiyorsa karşılarında tek ciddi engel var; TSK... Saldırmasınlar da ne yapsınlar!

Not: TSK’ya en ağır “saldırıyı” yapan yayın organlarında ABD’deki “işini gücünü bırakıp” apar topar Türkye’ye gönderilen bir bayan çalışıyor. Bu ablanın derdi neydi sizce Washington’dan koşarak Türkiye’ye geldi ve en önemlisi bu ablanın Amerikalı eşi “ne iş” yapıyor!!

http://bjktaraftarproje.com/